Öğlen arası, trafik rahat. Belgrad gezisinde birlikte olacağım Ali Can ve Gizem’i de alıp güneşli bir havada Sabiha Gökçen’e doğru hareket ediyoruz. Hızlıca arabayı Ekopark’a teslim edip, havaalanı işlemlerimizi halledip kendimizi uçakta buluyoruz. 1 saat 20 dakika süren nasıl başlayıp nasıl bittiği anlaşılmayacak kadar kısa olan yolculuk sonrasında Belgrad Nicola Tesla havaalanındayız. İlk intiba, tertemiz bir havaalanı. Pasaport kontrolünde Sırp mısınız diye soran görevli gülümsememe neden oluyor. Bizi şehir merkezine götürecek olan aracımızla buluşup, konaklayacağımız Hostel 360’a çantalarımızı atıyoruz. Hava şahane bir an önce Belgrad sokaklarında kaybolmalıyız. Haritaya bakınca şehrin pek çok alanını yürüyerek görebileceğimizi fark ediyoruz. Bu müthiş bir şey. İstanbul gibi dev bir köyde bir yerden bir yere gitmek zulümken böyle şehirleri çok seviyorum.
Dışarı çıkınca konakladığımız evin harika bir lokasyonda olduğunu fark ediyoruz. İstiklal caddesi üzerinde bir ev düşünün ve gezeceğiniz yerlerde de hepsi birbirine yakın. Mutlu olmak için ayrı bir neden. Çok Gezenler Kulübünde herkes seyahat öncesi hazırladığı notlar doğrultusunda şehre dağılıyoruz. Aslında sonra göreceğiz ki pek çok ortak noktada buluşacağız. Küçük olduğu için göreceğimiz yerler de ortak oluyor. Bu daha fazla birlikte zaman geçirmek ve eğlence de maksimum olacak demek. Knez Mihailova caddesi üzerinden cafeleri, insanları inceleyerek kendimi Kale Meydan’da buluyorum. Pek çok kelime Osmanlı zamanından kalma olduğu için yazımı farklı olsa da söyleniş olarak bizlere yabancı gelmiyor.
Kale Meydan harika bir park, içinde gençler, çocuklar, yaşlılar, kitap okuyanlar, banka uzanmışlar. Bir şişe içki ile akşam üstünün tadını çıkaranlar. Yeni flörtler, bol kahkahaları ile etrafa neşe saçan genç gruplar. Gelmeden önce demişlerdi, İrem gözlerini dört aç, çok güzel kadınlar ve erkekler göreceksin diye. Aynen bu lafın doğruluğuna şahit oluyorum. Bir banka oturup 5 dakika dinlenip etrafımı sessizce izlemek biraz da fotoğraf çekmek istiyorum. Sava nehrine yukarıdan bakan bir noktada akşamüzeri güzel fotoğraflar yakalamak mümkün. Dinlenmemi bitirdikten sonra kendimi ara sokaklara atıyorum. Elimde harita, şu var ki Kiril alfabesinde yazılmış olan tabelaları okumak çok güç. Hatta bir süre sonra çözmeye uğraşmak yerine bırakıyorum akışına.
Republike Meydanından Hotel Moskova’ya doğru uzanan bulvara giriyorum. Şehir bulvarlarla parsellenmiş gibi. Hotel Moskova’nın cadde tarafında kahvelerini, içkilerini yudumlayan insanlara bakıp İrem biraz daha yürü diyorum. St. Sava Temple’a kadar yürümeyi hedefliyorum. Bu arada binaları ve insanları mağazaları incelemekten de kendimi alamıyorum. O kadar çok spor malzemesi satan mağaza var şaşırtıcı geliyor ancak bunu sebebini ertesi gün anlayacağım. Şimdi bir bağlantı kurmam güç. Kralja Milana bulvarının sonuna kadar vardıktan sonra bir parkta dinlenip Knez Mihailova’ya dönüşümü otobüsle gerçekleştiriyorum. Zaten 5 durak kadar bir mesafe var arada.
Ekiple buluşup akşam yemeği için nereye gideceğimize karar veriyoruz. Trafiğe kapatılmış, sağlı sollu restoranların olduğu, keyifli Skadarlija Sokağındaki geleneksel Sırp yemeklerini tadacağımız Tri Sesira’ya gidiyoruz. İçeride hem lokal halk hem de turist var. Anlaşılan o ki oldukça popüler bir yer. Yemekler müthiş, şarap müthiş, kaymak ile servis edilen mantar müthiş. Evde yapmaya çalışacağım bakalım ben de.
Yemeğimizi bitirdikten sonra sokaklara dalıp nerede, ne yapsak diye diye spontane şekilde dolaşırken Visnijiceva caddesini kesen Simina sokağından canlı müzik sesi gelen Passengers isimli bara giriyoruz. Oldukça güzel çalan bir grup var biraz dans edip gece yarısına doğru otelimize geri dönüyoruz. Ertesi gün için planımız Çingene adası olarak adlandırılan Ada Ciganlija ve Zemun bölgesini keşif etmek olacak. Ada Ciganlija’ya yeni Belgrad olarak adlandırılan semtten geçerek taksi ile 10 dakika bile süremeyen bir yolculukla ulaşıyoruz. Yeni Belgrad halkın deyişi ile Sleeping room, büyük, yüksek toplu konutlardan oluşuyor.
Ada’ya vardığımızda spor yapan, bisikleti ile dolaşan, paten kayanlar, golf, futbol oynayanlar, kürek çekenleri görünce dünkü spor mağazası neden çokmuş soruma yanıtı kendiliğimden bulmuş oluyorum. Bu vizyondaki insanlara hayran olmamak elde değil, hemen ortama ayak uydurup, günlüğü 10 TL’ye denk gelen bisikletlerimizi kiralayıp biz de bisiklet yolunda dolaşmaya başlıyoruz. Yazın bu bölgeyi düşünemiyorum. Bu mevsimde, bahar 2 gündür kendini göstermişken böyle ise yazın nasıldır? Nehir kenarında güneşlenmek için konmuş şezlonglar, kafeler, bungee jumping yapılacak alan aklınıza gelebilecek her şey burada. İmrenmemek elde değil. Birkaç saat geçirdikten sonra tekrar taksiye atlayıp Zemun merkeze varıyoruz ve saat 2’de kulede buluşmak üzere sözleşip sokaklara dağılıyoruz. Aklıma Viyana’nın Grinzing bölgesi geliyor. Zemun da eski bir mahalle ve balıkçılık ile geçimlerini sağlayan bir topluluktan oluştuğu için bolca balık restoranı da var. Sokaklarda dolaşırken bir kafede oturanların fotoğrafını çekmek için izin istediğimde masalarına buyur ediyorlar beni. Sonra sohbet başlıyor. Savaş zamanlarına gidiyor, herkesin yüzü düşüyor. Sonra eee sen anlat diyorlar…Sohbetin ardından Sibinjanin Janka ya da Macarca söylemi ile Gardoş kulesine çıkıyorum. Hava oldukça sıcak, Kulenin orada Belgrad’a bakmak, fotoğraflamak güzel ama karnımız acıkmadı mı hala? Yaklaşık 40 dakika masa boşalmasını bekleyerek yazılışı Saran okunuşu Şaran olan balık restoranına oturuyoruz. Yediğimiz her şey enfes, ton balığı, nehir balığı, somon, midye hepsi tadına doyulmaz lezzette. Yine güzel bir şarap ve yine Türkiye’ye göre çok ucuz Belgrad’a göre biraz pahalı kalan bir hesap ödüyoruz. Kişi başı 40 tl. Şaşırtıcı değil mi?
Nehir boyunca Splavovi üzerinde yürüyerek, bu hizada bulunan barları kulüpleri, restoranları inceleyerek şehre biraz yaklaşıyoruz. Hedefte Beton Hala var. Beton Hala’da da tavsiye edilen Cantina De Frida var. Adından da anlaşılacağı gibi dekorasyon Frida üzerine kurulu. Akşam üstü keyfi yapmak için ideal bir yer. Ayrıca prosecco kadehi de 7 TL. Yine güzel insanlar, yine keyifli bir Belgrad.
Daha keşif edilecek çok yer var. Harekete devam, sokaklar içinde kaybolarak Super Market Concept Store’u arıyoruz. Şehirdeki değişik mekanlardan biri belki de en önemlisi. Tasarım, marka kıyafetler, değişik objeler, ekolojik ürünlerin satıldığı bir bir alan ve restoran. Zaman zaman da sergiler yapılıyormuş. Yarın sabah kahvaltı yerimiz belli oldu diyerek sokakları arşınlamaya devam. Küçük Belgrad bir türlü bitmiyor, her sokağından muhakkak geçmek istercesine yürüyoruz.
Strahinjica Bana caddesindeki kafeleri inceleyerek bir günü daha bitiriyoruz.
Sabah erkenden kalkıp biraz fotoğraf çekmek, Supermarket Concept Store’da kahvaltımızı etmek için yola çıkıyoruz. Gelmeden önce Insomnia kafeye muhakkak git önerilerini hatırlayıp biraz zorlanarak kafeyi buluyorum. Neden zorlandığımı anlatayım. Şu ana kadar 5 kez önünden geçmişimdir, ancak benim hayalimde o kadar başka bir şey vardı ki, girip oturunca diğer kafelerden bir farkı olmadığını anlıyorum. Beklentim yüksek olunca ya dekorasyonu, ya da başka bir şeyi ile aradan sıyrılacak ve hemen fark edeceğim diye düşünmeme neden oluyor. Ancak öyle değil, herhangi bir kafeden çok bir farkı yok. Kahve 2 tl. İçip kalkıyorum, tek hoşuma giden logosu ve peçeteleri, defterimin arasında bir tanesi hatıra olarak duruyor şu an.
Kahvaltı sonrası biraz alışveriş, hediye alındıktan sonra Belgrad’dan ayrılma vakti geliyor. Sırada Saraybosna var ama ben Sarajevo demek istiyorum izninizle.
Belgrad ile ilgili daha fazla fotoğraf ve bilgi için Çok Gezenler Kulübü‘ne uğramayı da unutmayın.
Bu yazının bir bölümü Temmuz 2013 Pegasus Havayolları’nın uçak içinde dağıtılan dergisinde yer almıştır.