Tarih sırası karıştı, Mayıs’ta gerçekleştirdiğim 4 günlük Milano gezisi, biraz yoğunluk biraz da Berlin’in baskın çıkması ile bir türlü burada yerini alamadı.
Ne yalan söyleyeyim, gittiğim amaç dışında bir etkilenme, bir büyülenme yaşamadım Milano’da. Belki bunda şehri yaşamaktan çok, bizim kendi organizasyonumuzun doygunluğu ve yoğunluğu ağır bastı.
Efendim baştan anlatayım. Biz İstanbul’dan bir grup genç ve güzel insan olarak 16-18 Mayıs tarihleri arasında Milano’da gerçekleştirilecek olan Final Four organizasyonu izlemeye, tecrübe etmeye gittik. Biraz iş, biraz eğlence, biraz keyif, biraz alışveriş oldu. Kusursuz organizasyon sayesinde Milano’nun göbeğinde müthiş bir otelde konaklayıp, çok az kişinin deneyimleyebileceği efsane Monza pistinde araç sürüp, İtalyan lezzetlerini tadıp, üstüne bir de basketbol coşkusu yaşadık.
Milano’ya, şehre gelince, hep İtalyan sevmişimdir ancak Güneye indikçe anlaşılıyor ki İtalya’nın lezzeti, keyfi oralarda çıkıyor. Kuzey daha Avrupa, daha İsviçre gibi. Hem daha pahalı hem de o bildiğimiz, filmlerden aklımıza yerleşmiş olan İtalyan fikrinden biraz daha uzak Milano.
Olsun ben yine de bir akşam üstü proseccosu, en meşhurlarından diye öğrendiğimiz Fabbrica’da yine bir bol rokalı, parmesanlı İtalyan pizzası, Serravelle’de bir outlet alışverişi ile turu tamamlıyorum. Eksiğim yok yine fazlam var.
Milano’ya yine gider misin deseniz, önceliğim değil elbette. Ama her yol Roma!
Seravelle için özel not, eğer Milano’da vaktiniz kısıtlı ise, bu kadar yolu gitme konusunda bir daha düşünün derim. Oldukça uzak bir noktada, neredeyse Genova’ya yakın.
Milano’da güzel olan ne diye düşünürsem, yeşillik, apartmanlardan, balkonlardan sarkan yeşillikler, teras katlarını kaplamış olan orman görünümlü yeşillikler. İmrenilecek gibi…