Rehberimiz Elsa Persler için “O zamanın Amerikalıları” deyince daha bir dikkatli dinliyorum anlattıklarını…Uyanıyorum.
Tüm gece boyunca Ege’nin güneyinden kuzeyine doğru yol almış, Atina’nın doğusunda yer alan Lavrion limanına demirlemişiz. Lavrion Pire’den sonra Atina’nın ikinci büyük limanı. Atina merkeze yaklaşık 70 km uzaklıkta. Henüz tam uykumu açamadan gemimizden inip, bizi bekleyen otobüsümüze doğru yürüyoruz. Lavrion hakkında hiçbir fikrim yok. Gelmeden önce araştırmadım, interneti de yurt dışında wi-fi haricinde kullanmadığım için bilgisiz bir şekilde otobüste yerimi alıyorum.
Elsa Türkçeyi ortalama bir Türk’ten çok daha iyi konuşan, ee-‘lemeden, ııı-‘lamadan, “muhtemel” gibi kelimeleri de kullanarak, akıcı, dinleten üslubu ile tüm grup üzerinde büyülü bir etki bırakıyor. Aslında o bir Yunan. Bolca Türk gazetesi okuyarak Türkçe’sini ilerletmiş.
Lavrion küçük bir yerleşim, ancak etrafındaki pek çok köy ve bu köylerde bulunan evlerin çoğu Atina’nın kalbur üstü kesiminin yazlıklarından oluşuyor. Çok eskiden de köylerden birinde terör kampı varmış, onu da döndükten sonra okuduklarımda buldum. Ancak şu an tertemiz.
Kıvrıla kıvrıla giden dar yollar, her ayrı dönüşte aşağıda bakir sayılabilecek nitelikte enfes koylar. Bak bak dur. Hatta içimden gelen o an şoförümüze “dur abicim, ben ineceğim. Biraz yüzüp, suyun üzerinde sırt üstü yatacağım. Gözlerimi kapatıp, açtığımda sonsuz gökyüzünde hayallerimi toplayacağım” demek geliyor.
Nafile… Bizim yolumuz Sounion’daki Poseidon tapınağına çıkıyor. Ana kara Yunan’ın Attika bölgesindeyiz. Attika, at başı demek, haritaya bakınca da bu bölge at başı gibi. Çok uzun hikayeler var bu bölgede, yüzyıllar öncesinden gümüş madenlerinin zenginliği, spor aktiviteleri, Elsa’nın anlattığı pek çok tarihi bilgiyi Temmuz sıcağında gıkımız çıkmadan dinliyoruz. Tapınağa, tepeye yürürken güneş tam tepemizde, bölgenin en yüksek noktasında ve denize nazır olduğundan hafif bir esinti üstümüzdeki teri kurutuyor. Bol bol hem önümüzdeki engin denizi, hem adaları, hem de tapınağı fotoğraflıyoruz. Yaklaşık bir saat geçirdikten sonra öğle yemeği için eski Foça manasına gelen Palea Fokea‘da denize nazır bir restorana yerleşiyoruz. Lakerdalar, kalamarlar, Plomari’ler, enfes Yunan tatları masalarımızda. Hafta içi olduğundan her yer oldukça sakin. Hafta sonu zor yer bulunur diyor Elsa. Mübadele zamanında Türkiye’den gelen Rumlar, yerleştikleri alanlara özellikle eski memleketlerindeki isimleri koymuşlar. Palea Fokea da mübadele zamanından ismini almış. Hep hüzünlü hikayeler…
Leziz öğle yemeğimizin ardından Lavrion bölgesindeki vaktimiz doluyor. Gemimize dönüş ve daha evvel adını duymadığım ancak bir sonraki yazıda hayranlığımı tarif etmekte zorlanacağım Syros adasına doğru yola çıkıyoruz.