Müzik çalsın arkada. Vicky, Christina, Barcelona filmini izliyormuş gibi Barselona. Barcelona is not Spain de ara ara yankılansın kulakta.
Oteli Müge ayarlıyor, hiç detayla ilgilenmiyorum ve hiç de çalışmıyorum dersime. Oysa benden önce neredeyse tüm arkadaşlarım gitmiş gibi tavsiye yağmuru yağıyor üstüme.
Oysa ben biraz keyfini çıkarmak, her zamanki gibi kendi keşiflerimle doldurmak istiyorum anılarımı.
Nitekim öyle olma yolunda ilerlesek de üniversiteden arkadaşım Serdar, Barselona’da yaşıyor ve yıllar sonra orada buluşuyoruz. E bir de Paolo var, İtalyan ve 9 yıldır Barselona’da. İstediğimiz sokaklara yine de özgürce dalıyoruz ancak iyi restoranlar, doğru adresler hep bu iki lokal insandan geliyor.
Hiç müze gezmedim. Utanmıyorum da bunu yazmaktan. Çünkü müzelik bir psikolojide değilim, derdim iyi yemek ve iyi içmek, ferahlamak bir kelebek gibi.
Odamız El Born’da. Anlıyoruz ki müthiş bir lokasyon. Gürültülü olsa da.
Park Güell tepede, Sagrade Familia ihtişamlı ancak çok uzun kuyruklu. Her yer turistli.
T10 bileti alıyoruz, 10 kullanımlık 10.30 Euro’ya. 6 kez falan kullanmışızdır. Günde en az 10 km yürüyerek kendi biletimizi kendimiz kesmiş oluyoruz.
La Rambla, Barri Gotic, El Born, Passage De Gracia (Nişantaşı gibi okuyalım bu ismi), Barceloneta, Raval gezip gördüklerimiz. Sagra De Familia, Park Güell ve Gaudi’nin şehir içindeki diğer eserlerine çok dokunmadan, şehrin diğer sokaklarına olan ilgimizi artırdık.
Raval’ı çok methettiler ancak bana hitap etmedi. Trendy ve hippi, alternatif dediler, ben orada huzursuz, güvensiz hissettim kendimi.
El Born’a bayıldım. Barceloneta’da Jai Ca’da ilk Tapas’ımızı yedik. Sahilde spor yapanları kıskandık. Aperol modasına biz de uyduk. Denize girmeye vakit bulamadık. Paella telaffuzunu paeyya olarak öğrendik. Motor kiraladık, eğlendik, eğlendik. 9 Kasım’da Catalunya ile ilgili çok mühim bir seçim olduğunu öğrendik ki tüm evlerde fanatikçe asılmış bayraklar pek çok fotoğrafımıza fon oldu.
İspanyol erkeklerine aşık olamadık. Tapas’ı ilk adreste sevemedik ama ikinci rastlantı olarak bulduğumuz adreste bayıldık… Cuines de Santa Caterina.
Harika bir İtalyan restoran keşfettik. Aslında keşfetmedik, Paolo bizi götürdü biz sadece aç kurtlar gibi yedik. İsmi “Il Mercante Di Venezia”. Casse Jose Anselmo Clave, 11 numarada. Küçük bir giriş, bol perdeli bir dekorasyonu var.
Paella için Sant Marti sahilinde Xiringuito Escriba’yı önerebilirim.
Barselona yaşamını sevdik, aşık olduk, daha fazla kalıp, yaşamak istedik, bir daha kesin geliriz dedik.
İstanbul gibi 7/24 yaşayan bir şehir, daha özgür, daha sıcak. Hele ki bir de şehrin içinden caddeler arasında dolaşıp plaja ulaşma şansı varsa her yeri unutup, buraya yerleşilir dostum!
Yapılacak belki de yüzlerce şey vardı ancak başta da dediğim gibi rüzgarın bizi attığı şekilde sadece ruhumuza iyi gelenleri yaptık. Bir sürü öneri aldık “Aaa oraya gitmeden dönmeyin, aaa şunu yemeden gelmeyin”, işte canım benim biz yapmadık hiçbirini. Özür dilerim, bir de “amma gezdin haa” diyenlere de alınmadık, içimizden keşke sen de bizim gibi organize etsen, gezsen biz de senin adına çok mutlu olsak.
Toplamda 5 gün konaklama, uçak ve her türlü harcama dahil ki içinde 2 adet lüks yemek, tayt, pijama, kazak dahil 1.500 TL harcadım. Önceden para birikirse bunu yapmak hiç de uzak değil. Önümüzdeki bahar ve yazın biletleri satışta. 300 TL’ye bir sürü yere bilet var, haydi durma kap biletini uç gönlünce. Slogan gibi oldu.
Bu da videosu. Videonun GoPro’lusu da gelecek. Kesme biçme işlemleri bitince…