Bir hafta sonu. Arabamın yeşil sigortası hazır, bende schengen, Seda’da schengen, annemde ve teyzemde yeşil pasaport. Bir yere gitmeli fikri kafamda deliriyor.
Uzak olmasın, bizimkiler yorulmasın. Pahalı olmasın, ama keyifli de olsun. Bansko ya da Kırcaali taraflarında kaplıca tarzı otel de olabilir, Selanik de olabilir derken kulağımın bir yerinden girmiş olan Bulgaristan’daki Veliko Tarnova var aklımda. Birkaç Google araması, fotoğraflar derken Booking.Com’da buluyorum kendimi. 53 Euro, 4 yıldızlı otel, kahvaltısı içinde, Tsarevets Kalesi manzarasına sahip odalar. Otoparkı da ücretsiz. E tamam işte adres belli oldu.
Edirne Kapıkule’den kısa yoldan giderek yaklaşık 3 saatte Veliko Tarnovo’ya varıyoruz. Pek çok Türk plakalı TIR ile karşılaşıyoruz. Babamın genetiğinden gelen bazı hareketler bende de var, hepsine selektör yakıyorum. Trafikteki bu sıcak selamlaşma, tanımadığın, hiç görmediğin ve hatta hiç göremeyeceğin insanları dostun bilme duygusu. Hoş çok hoş.
Veliko Tarnovo ya da Tırnova Yantra nehrinin kıvrımları arasındaki tepelere kurulmuş bir şehir. Beklediğimin çok üstünde bir Bulgar kasabası. Daha evvel Sofya, Burgas, Plovdiv, Svelingrad, Haskovo görmüşüm. Bulgarı sevmemişim ama burası bir başka. Belki de zaten Bulgaristan’ın en turistik kenti Veliko. Japon turist otobüsünü görünce zaten bazı şeyler kafamda daha netleşiyor.
Hava oldukça soğuk, yağış yok ancak keskin bir kış duygusu hakim şehirde.
Otele odamıza eşyalarımızı attıktan sonra vakit kaybetmeden sokağa çıkıyoruz. Gözüm hep annemden. Babamdan sonra ilk defa bir seyahatte, ilk defa keyifli vakit geçirmek için çabalıyor benim desteğimle. Burukluk geçmese de. Yön hakimiyetim, yoldaki becerilerimle arada göz göze geldiğimizde biliyorum ki Nasuh’u bende görüyor. Ne hoş! Benim için de onun için de hem ölmedi, hem bizimle, hem de ben ya da ablam, O’yuz biz. Özlem ya da yoksunluk duygusunun ağırlığını teselli eden tek şey belki de bunlar.
Tek derdim annem üşümesin, yorulmasın ve keyifli vakit geçirsin. Otelde resepsiyona iyi restoran sorduğumda bana …. Muhakkak gidin ya da olmazsa otelin restoranı da gayet iyidir diyor. Annemin gözü hep bende, İrem İngilizce biliyor mu ki???!! diyen en yakınlarımızın ezici cümlelerine inat benim çoktaaan dünya insanı olmuş olmam onu gururlandırıyor.
Biraz yürüyüş akabinde hem açız, hem de artık ısınmak üzere bir yere oturmalıyız. Bulduğumuz Shtastlivetsa restoranı içeri girdiğimiz anda fırınından gelen enfes koku ile önce bizi büyülüyor. Akabinde ise dekorasyondaki detaylara aşık oluyoruz. Yantra manzaralı bir masaya da oturduk mu keyfimiz tam. Eksiğimiz az.
Dantel örtülü masalar. Müthiş bir menü. O hamur kokusu, bir kadeh kırmızı. Keyfimiz denk.
Yemek sonrası oldukça yakın otelimize yürüdükten sonra bir kısa turu da arabayla yapalım diyoruz. Tsarevets Kalesi. Aylardan Kasım, günler istemediğim kadar kısa. Otele geri dönüp hemen ağrıyan sırtım için masaj randevusu alıyorum. Annemi de jakuziye teslim ettikten sonra ben de kulunçları açtırmak üzere SPA uzmanına kendimi teslim ediyorum. Herkesin tadı yerinde. Bu kısa kaçamak başka türlü bir ilaç oluyor bize.
Akşam odada Ürdün’den aldığım Dead Sea ürünleri ile ben küvette keyfime devam ediyorum. En çok sevindiğim ise bunca acıdan sonra, annemin rüyada gibiyim demesi bana yetiyor da artıyor bile. Parayla satın alınamayacak hisler bunlar.
Akşam otelimizin restoranına göz ucuyla bakalım derken geleneksek Bulgar Halk Dansları topluluğunun gösterisine denk geliyoruz. Ne kadar biz gibi, ne kadar Yunan gibi. Bazı ayak figürleri farklı olsa da halay onlarda da halay. Tek fark şu ki, masalardan bağımsız olarak halaya katılmak isteyen kadınlı erkekli gruplar, kim ne der, aman ayıp olur mu duygusundan uzak, özgürce oynamaları. İşte bu diyorum beğenmediğim Bulgar bizden medeni, bizden daha özgür ruhlarla dolu…
Gecemiz odamızdan Tsarevets Kalesinin ışık gösterisini izleme ile son buluyor. Artık uyuma vakti, disko vardı da biz mi gitmedik? Gerçek şu ki disko soracak yaşı çoktan geçtik. Uyku biraz uyku bütün isteğim buydu…
Ertesi sabah kahvaltı akabinde her ne kadar Buzludsha’yı görmek istesem de hem o dağ yollarında annemi ve teyzemi strese sokma riskini alamamam hem de e günler kısa zaten dönelim Edirne’ye düşüncesi ile Stara Zagora’ya uğrayıp kısa bir DM alışverişi ile Svelingrad Mosta restoranda akşam yemeğine denk gelecek bir öğün ile hoop Edirne’deyiz.
Böyle güzel bir hafta sonu. Hızlı bir gümrük geçişi ve evimizdeyiz yine.
Edirne öyle güzel bir şehir ki bilmeyen, yaşamayanın anlaması gerçekten güç.
Biz vizemiz varsa ki aslında tercihimiz bize vize uygulanmasının mantıksızlığından yana. Akşam yemeğine Yunan’a ya da Bulgar’a geçebiliyoruz. Orada akrabalarımız var ya da yok. Ama kadınların düzenlediği günlere Yunan tarafından katılmak, ya da Yunan’daki bir ustanın Edirne’deki başka bir kafenin terasını tamir etmesi gibi.
Onlar bize siz bizdensiniz, biz onlara yok yok siz bizdensiniz diyoruz. Siz mi? Anlayamazsınız…
Hakikatten çok güzel anlatmışsınız. Veliko Tarnovo inanılmaz bir yer. Sizde bunu açık açık herşeyiyle anlatmış bir seyahat seversiniz. Böyle yazıları okumak bizlere ilham veriyor. Teşekkürler.
Çok teşekkür ederim, beğenmeniz beni mutlu etti. Kesinlikle Bulgaristan’ın en farklı yerlerinden biri Veliko Tarnovo.
Sevgiler,