Artılar, kuzenim Nesli ile vakit geçirmek, Almanya, doğum günüm o hafta sonu, yılbaşı pazarları.
Eksiler ise, Kasım ayı, soğuk, yağışlı, güneşsiz bir Avrupa, uçak korkum.
Teklif Nesli’den geliyor. İki hafta peş peşe Almanya’da toplantıları var ve o hafta sonu Almanya’da biraz gezelim hem de doğum günün diyor! Evet şahane fikir, düşünmek bile lüzumsuz.
Mannheim
Ayrıca artıların fazlalığı heyecan yaratıyor. Frankfurt havalimanında inip, Nesli ile tren istasyonunda buluşuyoruz. ICE ile 25 Euro‘ya yaklaşık yarım saatte Mannheim‘a ulaşıyoruz, zira otelimiz Mannheim’da. İkimiz de ayrı taksilere atlayıp, o toplantısına ben de ömrümde aldığım en güzel hediyelerden biri olan ve bana çok şey öğreten Gülşen Barı’nın kulaklarını çınlatarak Stephan Gawlik’in fotoğraf stüdyosuna gidiyorum.
Çok sevgili Gülşen‘in bana doğum günü hediyesi bir stüdyoda profesyonel fotoğraf çekimi. Müthiş değil mi? Taksi ile stüdyoya ulaştığımda Marry ve Stephan beni karşılıyor. Yoldan geldin biraz dinlen biz de bu arada ıvır zıvır işlerimizi halledelim diyorlar. Saat 17.30’u geçiyor, bir Alman bu kadar rahat davranmaz, oyalanmaz, keyfine bak demez. İşini yapar, dükkanını kapar ve çıkar gider. Masada 3 adet şampanya kadehi ve yanındaki tabakta da bolca donut var, üstlerine mumlar konmuş. Bunlar işte hepsi Gülşen’in planları diyorum. Hayranım ona, zira hayatı insanları mutlu etmek üzere, mükemmel detaylarla geçiyor. Bana da bulaştırmaya başladığı için çok keyifliyim.
Şampanya konuyor, mutlu yaşlara dilekleri akabinde bolca fotoğrafım çekiliyor. Sonra Stephan ile konuşunca annesinin Yunan, babasının Alman olduğunu öğreniyorum, üstüne Yunanistan’ın da kuzeyinden Serez’den, neredeyse akrabayız!
Otelde Nesli ile buluşup akşam yemeği için tavsiyeler doğrultusunda sokaktayız yine. Önce Keller Wein’a gidiyoruz, ancak rezervasyonumuz olmadığı için oturamıyoruz. Sonra yine başka bir Alman restoranı bulup yerleşiyoruz. İstediğimiz belli, kaz sezonu açılmış, kırmızı lahanalı ve patates topları ile servis edilen “Gaensebraten mit Apfelrotkraut” sipariş ediyoruz. Hala tadı damağımda, hala arzuluyorum bu yemeği. Harika bir tercih ve yine Gülşen’in kulakları çınlıyor.
Ertesi gün hızlı trenle Strasbourg‘a gidiyoruz ancak onu ayrı bir yazıda belirtmem gerekiyor. O nedenle ben Almanya sınırlarında devam ediyorum şimdi.
Mannheim özeti ne yazayım diye düşünüyorum, bolca Türk’ün yaşadığı, kendimi Almanya’da pek hissedemediğim şehir Mannheim…
Heidelberg
Sabah otelimizden ayrılıp Heidelberg treni öncesinde Mannheim’da açılmış olan Simit Sarayı’na uğruyoruz. Menemen, simit, ince belli bardakta demleme çay, üstüne de sade Türk Kahvesi. Oh missss!
Trenle Heidelberg’e ulaşmak çok basit, neredeyse 15 dakika süren bir yolculuk ile oradayız. Hemen şehir merkezine doğru yürüyüp, küçük meydanlarda kurulmuş olan yılbaşı pazarlarına uğruyoruz. Nesli’nin en sevdiği şey “maronen” yani kestane. Hemen bir kese alıp, yiyerek devam ediyoruz. Hedefimizde Heidelberg kalesi var. Yürüyerek, dev sosis ızgaralarına, buz pateni pistinde kayanlara, soğuktan üşümüş, kırmızı yanaklı bebeklere, Pazar günü kapalı olan mağazaların vitrinlerine, güzel evlere baka baka kaleye yaklaşıyoruz. Yorgunluğun tesellisi ise iyi yürüdük, iyi spor yaptık oluyor. Sabırla kalenin bulunduğu tepeye çıktıktan sonra Almanya’nın bu en turistik, tarihi şehrine yukarıdan bakıyoruz. Söylenti şu ki 2. Dünya savaşında Hitler’in zarar görmemesi için özel çaba sarf ettiği şehir Heidelberg. Yani güzel, yani fotoğraflık, yani yeşil mi yeşil, küçük, tarihi… Biz de seviyoruz Heidelberg’i. Ancak günler kısa, yemeği nerede yesek derken, Weinheim’a gidelim, orada bu işi halledelim diyoruz.
Weinheim
Yaklaşık 25 dakikalık bir tren yolculuğu ile Heidelberg’ten Weinheim’a ulaşıyoruz. Burası klasik bir Alman kasabası olmakla birlikte, ara sokaklarına daldığımızda evet Hansel ve Gretel burada yaşamış olabilir dedirten evleri gördüğümüz, uzaktan bakınca bunlar pasta mı dedirten binaları hayranlıkla izlediğimiz bir yer burası. Tepede bir park var deniyor. Schloss Park. İşte bütün bu sıkıcı Almanlar pazar günlerini, aileleri ile, çocukları ile bu parkta geçiriyor. Ben onları seviyorum, eskiden beri. Baharda ya da karlı bir havada kim bilir nasıl güzeldir diye hayal ediyorum.
Parkta biraz yürüdükten sonra, günler kısa, karnımız aç, Weinheim meydanda bulunan restoranlardan hangisine otursak diye bakarken ikimiz de Cafe Florian‘ı görünce, başka alternatifimiz olamaz diyerek ev yapımı Flammekuchen ve nefis bir beyaz şarap sipariş ediyoruz. Aslında Fransa’dan Almanya’nın bu bölgesine kadar biraz daha ılıman iklime sahip olan şehirlerin hepsi şarap ile anılıyor. Almanya’nın meşhur şarabı Riesling mesela. Fransa’da bir de Colmar var görülmesi gereken, benim de listemde olan. Başka sefere artık. Basel’den Speyer’e kadar şarap yolu…
Strasbourg ve yılbaşı marketleri bir sonraki yazı olacak.
[youtube width=”525″ height=”444″]https://www.youtube.com/watch?v=itjtIr4F224[/youtube]