Budapeşte Oteli ya da George Ezra‘nın Budapeşte şarkısı. Benim gittiğim, gördüğüm ve beklentilerimin son derece dışındaki Budapeşte şehri. Bu yazı ona ithafen yazılıyor şu an.
Toplam 7 kişiyiz, 1 çekirdek aile, ikişer adet de kız kardeş. Uçağımız, otelimiz ve havaalanı otel arası transferimiz haricinde başka hiçbir konuya çalışmadan, 6 kişiye önderlik yapma görevi vahiy gibi iniyor üstüme. Nasıl olsa şekillenir, elbet güzel yerleri keşfederiz, ya da sadece güzel vakit geçirmek kardır diyoruz. Grup uyumlu, keşfetmeye açık. Özlem’in Ekşi Sözlük’ten toner bitirmiş olan Budapeşte notları çantasında.
Havaalanından otele doğru gelirken baharı işte, sonunda burada hissediyoruz. Her yer yemyeşil, ılık bir hava. İstanbul’da bu ışığı ve ısıyı hissetmeyeli çok uzun zaman olmuş. Hala bahara kavuşamamanın hasreti ile Budapeşte’de içimizi ısıtan güneşe minnettar kalıyoruz.
Otelimiz Rackozci Caddesi üzerinde eski bir han içinde. 5 metre yüksek tavanlı, basit ancak yeterli. Fiyatı ise mis gibi. 3 gece çift kişilik oda 105 Euro. Merak edenler için ismi Centroom Houses.
Bavullar odaya atılır atılmaz, kendimizi vuruyoruz sokaklara. Amaç bir an önce Tuna’ya ulaşmak. Tuna bizim güzergahımızı belirleyecek. Bildiğim tek şey var ki Chain Bridge pek mühim. İlk onu görmeliyiz. Elimizde harita var ancak zaten bizim caddeden dümdüz ilerleyince hem Tuna’yı hem de köprüyü buluyoruz. Aslında yürüme konusunda herkes ihtiraslı ancak öğlen birası da güzel gider diyerek hoşumuza giden ilk kafeye oturuyoruz. Plan yapmak için de ideal bir mola oluyor. Bira ve patates keyfinden sonra köprü üzerinden geçerek tam karşımıza meşhur parlamento binasını alıyoruz. Ayaklar yorulana kadar da nehir kıyısında yürümeye devam ediyoruz.
Her yer cıvıl cıvıl. Herkes uzun, herkes güzel. “Irk güzel ırk” diyerek, kabullenme sürecine geçiyoruz.
Yorulmaya az kalmışken tekli gidiş biletine 350 Forint (HUF) vererek metroya atlıyoruz. Eğer 24 saatlik bilet alsaydık 1650 HUF ödeyecektik. Almadık.
Para birimini ilk başta anlamak zor, ancak hesap basit, Macar para biriminden 2 basamak atınca TL hesabına denk getirebiliyorsunuz. Genelde kredi kartı ya da kendi para birimlerini kullanıyorlar. Adapte olmak zaman alıyor, bolca bozuk paraları ve bol sıfırlı büyük paraları mevcut.
Yeniden karşı yakadayız. İlk iki gün hangisi Peşte hangisi Buda diye sorgulamakla geçiyor. Olsun her iki tarafın da enerjisi, güzelliği başka. Metrodan indikten sonra grup dağılıyor. Akşam yemeği için otelde buluşmak üzere belirli bir saat veriyoruz. O zamana kadar da gezmeye devam ediyoruz. Meşhur Gerbeaud isimli kafede kahve molası ile biraz internet sömürüsü sonucunda akşam yemeğinde New York Cafe’ye gideceğimize karar veriyoruz. Her iki isim de oldukça popüler Budapeşte’de. Tüm önerilerde çıkıyorlar. Gece New York Cafe’ye gidince anlıyoruz neden bu kadar popüler olduğunu. Oldukça ağdalı bir dekorasyon, leziz yemekler, bol turist ve insanı özel hissettiren bir atmosfer. Bu memlekette içki ve yemek ucuz azizim. Türkiye’ye kıyasla özellikle. Kişi başı 110 TL’ye şarabımız, kırmızı etimizi yiyerek kalkıyoruz masadan. Türkiye’de ortalama bir restoranda bu fiyata çıkılır ki New York Cafe biraz elit kaçıyor. Lezzet, ikram, hizmet gayet tatmin edici.
Gezen ayaklar yorgun olur, gece de 12’yi bulmuş, hemen otelimize dönüp uyku moduna giriyoruz. Ertesi sabah Gellert bölgesi ve kaleden şehre bakış planlarımız var.
Her turistin yaptığı şeyler bunlar şu ana kadar. Biz hayatımızdan memnunuz. İkinci günün öğleninde HEV isimli trene binip 310 HUF ödeyerek, 25 km uzaklıktaki Szetendre kasabasına gidiyoruz.
Szetendre
Yaklaşık 45 dakika süren tren yolculuğu ile bu sevimli kasabaya ulaşmak mümkün. Biz biletimizi trende kondüktörden satın aldık. İlk etapta pek anlaşamasak da İngilizce bilen bir yerlinin yardımı ile durumu kotardık. Kasabanın merkezi ve aşağı inen sokakları yine Tuna’ya kavuşuyor. Giriş ve nehir sahili bana önce Viyana’daki Grinzing bölgesini, nehir kenarı ise Belgrad Zemun bölgesini anımsayıtor. İkisinin birleşimi sanki Szetendre’yi oluşturmuş. Son derece turistik bir kasaba burası. Bolca kafe, restoran, dondurmacı ve hediyelik eşya dükkanı var. Hediyelikler Budapeşte merkeze göre daha uygun fiyatlı, ya da bana öyle denk geldi. Nehir kenarında deniz mahsulleri güzel olur diyerek Macaristan’da bir Yunan restoranına oturuyoruz ki pişman da olmuyoruz. Yemek sonrası serbest zaman ve tren öncesi en sevdiğim kısım DM alışverişi ile şehre geri dönüyoruz. DM nedir diye soranlara özellikle; Balkanlar, Avusturya ve Almanya’nın her şehirde olan kozmetik marketleri. Bayılıyorum orada alışveriş yapmaya. Antin kuntin ne varsa alıyorum ki hem uygun fiyatlı hem de kaliteli ürünler mevcut. Ayrıca Kartopu için de bizim veterinerde aldığımız pek çok şeyi burada çok daha ucuza buluyorum. Bazen de sırf kendimi şımartmak için giriyorum içeri.
Karnımız tok, keyfimiz yerinde, 45 dakikalık geri dönüş yolculuğunda biraz dinleneceğiz gibi. Şehir gezileri demek bolca yürüyüş, bolca akşam saatlerinde ayak ağrısı demek. Ancak biraz dinlenme ya da güzel bir içki hepsine çözüm.
Budapeşte gece hayatı
Efsane! Genç kız ağzı ile söylersem yııkılııııyoooğr! Szimpla Kert, görülmeden havalimanına geçilmemesi gereken mekan. Ben bayıldım. Bir han düşünün, içinde bolca odası, avlusu var ve her yerde ayrı bir bar var. Dekorasyon insanı şaşkına çeviriyor. Eskici ile anlaşmalı, binlerce alakasız objeyi öyle bir harmoni içinde estetiğe kavuşturmuşlar ki insan hayret ediyor gerçekten. Gece Palinka deniyoruz, geleneksel yemek sonrası aslında bastırıcı bir tat, çeşitli aromalarda votka. Tek shot 8 TL. Ama ben sevmedim, içemedim. Oldukça sert geldi benim hassas kalbime.
Gozsdu Udvar
Bir pasaj, sağlı sollu barlarla dolu. Gündüz sakin, gece coşkulu. İçinde 34 adet bar, restoran, kafe mevcut. Öyle böyle değil, yine genç ağzıyla tarif edeyim kımıl kımıl. Eğlence garanti. Hem sokağın bir tarafında da meşhur Spinoza kafe var. Uğranılabilir. Biz gittiğimizde kapatmak üzereydiler, alamadılar içeri.
Budapeşte Avrupa’da Yahudi nüfusunun en yoğun olduğu şehirlerden biri. Özellikle Gozsdu Udvar’dan çıkıp Rakozci paralelinde devam edilirse, çok net anlaşılıyor. Koşher marketler, geleneksel kıyafetli din adamları ya da koyu Yahudileri görebiliyorsunuz. Ayrıca bana göre şehrin alternatif mekanları da bu mahallede. Özellikle Racskert benim favorim. Otoparktan bozma, Yahudi mutfağı bir büfesi gündüz işliyor, gece ise kulüp ile buluşma noktası arasında bir yer oluyor. Basit ancak cezbedici bir dekorasyonu var. Aklımda kaldı, hafızama yerleşti Racskert.
Ayrıca St. İvan Bazilika‘sı civarındaki barlar, kafeler de inanılmaz güzel. Biraz daha Nişantaşı gibi.
Central Cafe Restoran da meşhur tatlıları Dobos’u yemek için en fazla tavsiye edilen yer. Ben dobosu sevemedim. Ama zaten normalde de tatlı ile aram olmadığından ben önemli bir kıstas kişisi değilim.
Kahvaltı için tadı damağımızda kalan yer ise Alibee Cafe oluyor. Omletleri bizi kalbimizden vuruyor. Ayrıca Central Cafe ile de araları yaklaşık 200 metre. Birinde kahvaltı ettik, diğerinde kahveye geçtik.
Gellert termal banyoları
En sevdiğim kısma geldik şimdi. İlk iki günü dolu dolu geçirdikten sonra 3. günde meşhur Budapeşte banyolarını keşfetmek şarttı. Otelden satın aldığımız voucher ile Gellert Termal’inde sıra beklemeden sıcak su havuzlarına kavuşuyoruz. Şehir içince birkaç tane meşhur banyo var bu şekilde. Ancak benim evvelden araştırdığım ve fotoğraflarına vurulduğum Gellert olduğu için tereddütsüz buraya geliyoruz. Diğer meşhur olanın ismi ise Szechenyi Hamamı. Gellert aynı zamanda Osmanlı’dan miras bir hamam. İç dekorasyondaki turkuaz renk hiç yabancı gelmiyor bize. 24 Nisan günü, açık alanda 26 ve 36 derece havuzlarda yüzüp sonra güneşlenmek. Akabinde iç havuzlara geçip vücudu daha da ısıtmak. Allah’ım sana geliyorum demek ile kapışır şu noktada. Seratonin son hız salgılanıyordu…
Budapeşte özetim:
* Bu şehir Paris’ten daha romantik. Yalan değil, hepimiz aynı kanıya vardık. Paris bir balon bana göre.
* Bu kadar romantik olması ile birlikte Budapeşte bana sanki Berlin’in gençliğiymiş gibi geliyor. Kaykayla kaldırımdan kayan gençler, punk kızlar, dolu dolu bir gece yaşamı. Özgürlük hissi.
* Gece bu şehir bir başka. Tekne turu muhakkak gece yapılmalı. 1 saat sürüyor ve 2100 HUF.
* Restoran ve kafelerde gelen hesaplara %10 ya da %15 hizmet bedeli, garsoniye eklenmiş oluyor. Ayrıca bahşişe gerek yok.
* Tertemiz bir şehir Budapeşte.
* Sziget Eye, yani London Eye gibi bir koca dönme dolap, 1 kişi 8 Euro ve 3 tur atılıyor. Akşam üzeri şehri gün batımında izlemek oldukça keyifli.
*Müze? Her şeyin müzesi var hemen hemen. Ancak ben son seyahatlerimde müzelerle arayı açtım gibi. Şehri yaşamak bana daha büyük keyif veriyor.
Bu da benim videom:
[youtube]https://www.youtube.com/watch?v=lzkTMiWHM_w[/youtube]
Anı yazısından rehbere döndü gibi ama umarım kimine hislerimi aktarabilmiş kimine de rehber olabilmişimdir.
Not: Fotoğrafların bir bölümü bana güzel olanları da Elif Kızılkaya’ya ait.
Selamlar,
Gayet güzel ve minimalist bir rehber olmuş ancak tarihi içeriği çok yok zaten her blog aynı olursa keyfi olmaz.Keyif aldım.
Merhaba,
Tarihi içerik konusuna genelde özellikle girmiyorum.
Bir de nasıl eskiden günlüklerimiz vardı bu da benim anı defterim gibi:)
Özellikle ara sokaklar, lezzetler ve keyif aldıklarımı yazmak hoşuma gidiyor.
Tarihi detaylı yazanları dediğiniz gibi farklı keyifle okuyoruz.
Sevgiler,
İrem