Başlıkta coğrafi sıralamada bir sorun var biliyorum. Ancak bizim gezimiz Kavala’da başlıyor, Selanik ve akabinde Dedeağaç konaklamaları ile son buluyor.
[youtube width=”525″ height=”444″]https://www.youtube.com/watch?v=JFHwGyd_VW0[/youtube]
Sevdiğim, bildiğim yollar, mevsim sonbahar. Hızlıca sınırdan geçerek Kavala’ya doğru ilerliyoruz. Aslında gidiş yolu üzerinde Gümülcine ve İskeçe’ye uğrarız diyorduk ama günler kısalıyor, vakit daralıyor. Akşam üzeri Kavala’da olursak günü kaçırmadan şahane anlar yaşarız diye düşünüyoruz. Nitekim plan doğrultusunda Kavala’dayız. Kavala otelleri için evvelinde baktığımızda merkezde pek çok otel vardı, biz içlerinden hem fiyatı hem de yeri sebebi ile Galaxy Otel’i tercih ediyoruz. Oda denize bakıyor, bir de ertesi sabah kahvaltı salonunun en üst katta, tüm Kavala’ya hakim noktada olduğunu görünce, doğru tercih buymuş diyoruz. Diğer iki günde kalacağımız otellerin kahvaltıları ile kıyaslayınca da Galaxy öne çıkıyor.
Yol boyunca bir şey yemedik. Amacımız Kavala’ya ulaştığımızda adam gibi deniz mahsullerine gömülmek. Plan doğru işliyor, liman hizasında bulunan 3-4 lokantadan biri olan ve diğerlerine göre daha lokal görünen Mpakaliarakiatis Kira Marias’a oturuyoruz. (Sahilde, limana doğru yürürken üçüncü sıradaki dükkan). Ev şarabı, kalamar ızgara, patlıcan, cacık, sırasıyla bize uzak olmayan, çok sevdiğimiz lezzetler masamızda. Lefteris lokantanın sahibi. “Aaa İstanbul mu?” diyor bizimle konuşunca. Gömleğini İstiklal Caddesi’ndeki Mavi Jeans’tan almış, sıklıkla geliyormuş İstanbul’a. O gelsin, biz gidelim. Severiz birbirimizi.
Kavala’ya 3. gidişim, ancak kaleye hiç çıkmamıştım şu ana kadar. Bu sefer kahvaltı sonrası yürüyerek Kavala’nın Osmanlı tınıları ile dolu eski mahallesinde dolaşıp, güneşin, hafif rüzgarın bize eşlik etmesi ile kaleye kadar çıkıyoruz. Ben biraz duygusalım bu gezide. Babam geliyor hep aklıma. Kavala’ya ilk onunla gelişimiz, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın tarihteki yerini anlatışı. Kalenin kahvesinde oturup bir kahve içiyorum, babamı anarak.
Günün yarısından sonra Selanik’e doğru yola çıkıyoruz. Egnetia otobanında süren 1,5 saatlik yolculuğumuz sonunda her gün gittiğimiz yermiş gibi Capsis otele ulaşıyoruz. Elbette şehir içinde maps.me kurtarıcı oluyor. Selanik otelleri içinde Capsis iyilerinden biri, birkaç sene evvel kalmıştım burada. Oldukça büyük bir otel, yarısı renöve edilmiş, yarısı eski halde. Şansımız yok, eski odalara bizi yönlendiriyorlar. 29 Ekim olduğu için her yer dolu, her yer Türk. Yapacak bir şey yok, hepi topu 1 gece, ses etmiyoruz. Hemen sokaklara atıyoruz kendimizi, Aristotales Meydanı yürüme mesafesinde, balık pazarı, sahil, Ladadika, Beyaz Kule.
Bolca yürüyüşten sonra Foursquare sayesinde ömrü hayatımda yediğim en güzel souvlakiciyi buluyoruz. Şans mıdır bilinmez, akşam buluştuğum Yunan arkadaşım öğlen nerede, ne yediniz diye sorduğunda Nterlikatesen yanıtıma, nasıl buldunuz orayı diye şaşırması ile anlıyorum ki, şehrin en iyisini şıp diye yakalamışız. Şarjım az kaldığı için yediğimizin fotoğrafını çekemedim ancak büfenin fotoğrafı aşağıda:
Mutlu mesut doyduktan sonra yürüyüş, frappe molası ve ardından yine yürüyerek bu sefer Ata’mızın evine gidiyoruz. Ne kadar özel bir gün. 29 Ekim ve ben Selanik’te Atatürk’ün evindeyim. Son geldiğime göre içerisi değişmiş, düzenlenmiş, bahçedeki banklar ve peyzaj değişmiş. İçeri girmiyorum, zira gözlerim dolu, en son babamla oturup fotoğraf çektiğimiz bankta biraz ağlayıp rahatlamalıyım.
Günü bitirmek üzereyiz, otele 2 km uzaklıktayız, yürü müyüz? Yürürüz. E hadi o zaman! Aklımız fikrimiz yemekte. Sanki bizim memlekette yokmuş gibi, Yunan’a gelince sürekli bir yeme derdindeyiz. Akşam Ladadika civarındaki Negroponte adresimiz. Dekoru, mutfağı, servisi, yediklerimiz yine on numara. Geçtiğimiz yıllarda Foul To Meze‘ye gitmiş, pek çok kişiye de tavsiye etmiştim. Negroponte de oldukça iyi, daha bile iyi diyebilirim. Yemek sonrası Antzelina ile buluşacağız. Belki bir yerlerde bir şeyler içeriz.
Antzelina ile Aristotales meydanındaki Electra Palace önünde buluşuyoruz. Çok meşhur bir milföycü var diyor, önce gidip tatlı yiyelim. Şansımıza bizim gittiğimiz saatte kapanmış olduğunu görünce biraz hayal kırıklığı ile yönümüzü Ypogion‘a çeviriyoruz. Bu arada Antzelina diyor ki Selanik’teki en meşhur pastanelerin sahipleri hep İstanbul’den göç edenler. Milföycünün ismi de İstanbullu, tabi Yunancası. Tatlı yiyemeden biz gece kulübüne geçiyoruz. Olympion Aristotales meydanında kapısında güvenliklerin olduğu bir kulüp. İçinde 3 kat içinde farklı yerler var. Hepsinde ayrı müzik çalıyor. Kimi yabancı, kimi ise belirli bir saatten sonra sadece Yunanca çalıyor. İçeride Paok futbol takımın oyuncularının olduğunu söylüyor Alex. O arada başka tarafı işaret edip bu da ünlü model bilmemkim diyor. Benimse uykum var, polarım sıcacık tutuyor ama yatağıma gitsem ne şahane olur! Gecelerin adamı değilim neticede. Otele yürüyerek gidip, ertesi gün yine yol var, hem de dönüş yolu. Dedeağaç’a bizi bekler.
Sabah dönüşe geçtiğimizde İskeçe’de bir kahve molası veririz diyoruz ancak varış saatimizde kahveyi geçmiş ne yesek acaba telaşındayız. İskeçe’yi daha evvel böyle detaylı gezememiştim, sadece meşhur İskeçe festivalinde 1 gün geçirmiştim. Şimdi bolca yürüyüş ve gezmeyi seven birinin hisleri ile bulduğu enfes bir köfteci. Öyle böyle değil, nefis köfte. Sahibi de Türk. Meydandaki ana caddenin bir arka sokağında. Garson çok suratsızdı soramadım detaylı. Tabelası da Yunanca, lezzet nefis.
Karnımız tok Dedeağaç’a da az kalmış. Yola devam o zaman. Dedeağaç’ta yemek için adresimiz her zamanki gibi Nisiotiko. Yine 1 Yunan ve 10 Türk masa ile sadece Türklere hizmet veriyor durumda Nisiotiko. Yine leziz, yine farklı. Kaç gündür yediğimiz yemekler içinde belki en farklısı. Tabi fiyat olarak da.
Dedeağaç otelleri içinde belki de en güzel manzaraya sahip otelimiz. Ancak ben çok memnun kalmadığımı açık olarak söyleyebilirim. Hem merkeze uzak hem de 5 yıldızı hak etmiyor. Yaz olsa belki evet deniz iyi giderdi ama yok yine de…
Dönüşte Dimetoka’da bir kahve ve son durak Edirne. Biz Dimetoka’dayken ablamdan bir mesaj geliyor, “Orestiada’ya geçtik yemeğe, araba Pazarkule’de, dönerken ara”. Arıyorum, onları da alıp sınırı birlikte geçiyoruz. Sonra evde buluşuyoruz. Çünkü Edirneli olmak, Yunanistanla böyle haşır neşir olmayı gerektirir. 🙂
Yine harika bir yazı çıkarmışsın. Anlatım on numara. Teşekkürler.
Ben teşekkür ederim, okuduğunuz için:)
Sevgiler,