İlk planda yoktu Hallstatt. Ljubljana’da 4 gece kalıp, günü birlik oraya buraya gideriz diye düşünüyordum. Hallstatt’a nasıl gidilir diye araştırırken kararımı değiştirdim. 3 saatlik yol ve günler kısa, mevsim kış. En iyisi mi uçaktan iner inmez geçelim, bir gece kalalım, ertesi gün de haritada işaretlediğim diğer yerleri gezeriz diyorum.
Plan işliyor, güneşli bir İstanbul sabahından kar yağışlı ve soğuk bir Ljubljana’ya iniyoruz. İnternetten kiraladığımız aracı almak için gittiğimizde biraz sıra, biraz da yavaş işleyen sistem sebebi ile azcık canımız sıkılmıyor değil. İlk kiraladığımız rakamın da oldukça üstüne çıkıyor, o ekleniyor bu ekleniyor. İki ülke için otoyol vergilerini içeren Vignette‘ler hesaplanıyor. (Bunları otobanda benzin istasyonlarından da alabilirsiniz) Kar lastiği kiralamada bulunmasına rağmen yeniden kiralama bedeli alınıyor vs. Siz siz olun benim yaptığım hatayı yapmayın, rezervasyonlarınızı muhakkak o ülkenin dilinde ya da İngilizce olarak print alın. Hiç dikkat etmeden aldığım rezervasyon bilgileri ile anlaşmak güç oluyor. Neyse buna üzülüp günümüzü etkilemeyelim.
Daha önceki seyahatlerimde keyifle maps.me’yi kullanıyordum. Ancak şimdi farklı bir ülkeye araçla geçiş de olacak. Türkçe konuşan bir navigasyon aplikasyonu olan Here Maps gerçekten müthiş. Offline ve hatasız çalışıyor olması hayat kurtarıyor.
Otobanda yol alırken her yer kar ve arada nefis köyler görünüyor, fotoğraflarını çekmek güç. Bizdeki gibi bir seyir terasları da yok yol kenarlarında.
Slovenya’dan Avusturya’ya geçerken Alpler içinde bolca tünelden de geçiyoruz. Bazı tüneller ücretli, hem de bayağı ücretli, 11 euro, 7 euro gibi, paşa paşa ödüyoruz. En uzun tünel de yaklaşık 9 km uzunluğunda. Kahve molasında suyu musluktan verdiklerinde aaa içilebilir su diye her sefer olduğu gibi yine şaşırıyorum. O suyun beni tatil ve sonrasındaki 1 hafta süresince hasta, hatta hastanelik edeceğini aklımdan bile geçirmeden. Bana ders olacak bir olay bu. Bağırsak floramın hassaslığı zaman zaman beni hayattan koparıyor. Geçtiğimiz senelerde Hollanda’nın bir köyünde içtiğim çeşme suyu da aynı şekilde beni hasta etmişti ancak bu sefer yaşadığımı daha evvel hiç yaşamadım. Umarım bundan sonra da yaşamam. Hatırlamak bile istemiyorum. Hemen konuyu kapatıyorum o nedenle.
Otobandan Eben ayrımından çıktıktan sonra artık köy yolları. Saat akşam üzerine yaklaşıyor, ara ara kar yağışı da devam ediyor. Arabayı o süreçte ben kullanıyorum. Tamam iyi bir şoförüm, Monza pistinde pek çok erkekten daha iyi derece almışlığım var ancak hava şartları, dağlar arasında kıvrıla kıvrıla giden yollar beni biraz geriyor. 1 saatten fazla süren yol bitmek bilmiyor. Hata mı ettik acaba diyorum, nereden çıkardım ben bu Hallstatt‘ı. Mis gibi gitseydik direkt Ljubljana’ya. Son tabelayı gördükten sonra biraz evvelki cümleyi unutuyorum.
Sessizlik var köyde. Tamamen her yer, herkes sessiz. Otelimizi şıp diye buluyoruz, eşyaları odaya atar atmaz araç girişinin yasak olduğu köy merkezine yürüyoruz. Açız bir de. Uçakta ve otobanda bir şeyler atıştırdık ancak 3,5 saat süren yolculuk sonrasında oturup adam gibi bir şeyler yemeli. Ancak o ne? Açık restoran yok. Köy meydanında bulunan sosis büfesi açık bir de Grüner Baum Hotel’in restoranını. Seçimimizi otelden yana kullanıyoruz. Tek bir masa dolu. Diğer her yer boş. Rezervasyonlu diyorlar ancak bizim orada olduğumuz sürece gelen giden yok. Ben bir et şinitzel sipariş ediyorum. Gelen yemekten memnun değilim, üstüne 3. yudumdan sonra da o otobanda içtiğim suyun emareleri başlıyor. 4 gün boyunca pek bir şey yemeden geçiyor. Ne içki ne de yemek. Hem de doğum günümde! Büyük eziyet!
Yemek sonrası Hallstatt’ı gece gördükten sonra artık dinlenme vaktidir. Yarın sabah erkenden gündüzünü, gölün etrafını gezme planımız var.
O kadar küçük ve sakin bir yer ki gece yarısı camdan bakınca yolun ortasında bir tilki bile görülebiliyor!
[youtube]https://www.youtube.com/watch?v=aUH2SqqZKLM[/youtube]
Hallstatt otelleri içinde bizimkisi Gasthof Grüner Anger. Kahvaltı dahil 90 Euro. Sezon dışı olmasına rağmen bence ucuz değil. Yüksek sezonda daha da pahalı olacaktır. Otelde bizim haricimizde birkaç uzak doğulu kalıyor. Zaten köy içerisinde gündüz gezdiğimizde görüyoruz ki turistlerin hepsi uzak doğulu. Çin’de Unesco korumasında olan Hallstatt’ın bir kopyası olmasına rağmen onlar orjinalini gezmeye geliyorlar. Merkez girişinde bir tane 34 plakalı Audi park edince şaşırıyorum! Gidip hemen konuşmalıyım diyorum. Heidelberg‘den dönen bir aile. Birkaç saat vakitleri var Hallstatt için ancak keşke kalsaymışız diye hayıflanıyorlar. Şanslıyız biz. Planlamamız güzel gidiyor.
Göl etrafında biraz arabayla dolaşıyoruz. Göl kenarında belirli noktalarda park alanları var. Yüksek sezonda demek ki her şey başka oluyor burada. Hem göl kenarında duş görünce de bu berrak ve nefis göle yazın giriyor olmaları da imrendirmiyor değil…
Köye geri dönüp kiliseyi, köy meydanını, birkaç mağaza ve kafeye girip, bu nefis manzara eşliğinde yaşayanları izliyoruz. Tabi bolca da fotoğraf çekiliyor bu süreçte. Öğlen olunca artık yola çıkma vaktidir diyoruz. Zira otobana kadar yine zorlu bir yol var Allahtan güneş açıyor ve kar yağışı da yok. Düne göre daha rahat geçecek yol. Hallstatt ile vedalaşıp, Avusturya’nın bu eşsiz köylerinden geçerken, kayak pistleri tabelaları, oradaki yaşama dair konuşturuyor bizi. Arada nereye bakacağımızı da şaşırıyoruz.
Hallstatt’ta tuz madenine kapalı olduğu için gidemedik. Çok farklı bir deneyim olduğunu okumuştum. Ben hasta olduğum için keyifli bir yeme içme deneyimi yaşayamadık. Hava oldukça soğuk olduğundan gölde tekne ile gezemedik. İlkbahardan sonbahara elektrikli bot kiralayıp göl içinde gezinti yapılabiliyor. Dağda yürüyüş yapamadık. Kar sebebi ile bisiklete de binemedik. Pek çok şeyi yapamadık ama kış mevsiminde doğal güzelliğe ve Avrupa’nın ilk yerleşim yerlerinden biri olan Hallstatt’a aşık olduk. Bir de Hallstatt ile instagram hesabım coşuyor:) Sırada Bled gölü ve Ljubljana var…