Avusturya’dan güneye, birkaç derece belki daha sıcaktır umuduyla önce nefis köy yollarından akabinde de otobanda ilerliyoruz.
Manzara, yol, yolculuk, dışarısı buz ama arabanın içi sıcacık, güzel müzik ile anın tadı çıkıyor. Seyahatin ilk gününde geçilen o meşhur tünellerden yine bitmedi mübarek diyerek ilerliyoruz. Hedefimizde Slovenya’nın küçük ancak bir o kadar da meşhur gölü Bled var. Here Maps bizi sanki her gün gittiğimiz güzergâhmış gibi şıp diye hedefimize ulaştırıyor. Bled kasabası 8.000 kişilik nüfusunun çok üstünde bir turist potansiyeli ile bu kış gününde bile enfes manzarası, merkezdeki kayak pisti, restoranları, göl etrafındaki yürüyüş ve kamp alanları ile bizi şaşırtıyor. Ünü kadar varmış gerçekten. Ancak arabadan inip biraz göl kenarında yürüyelim diyoruz. Bizim gibi birkaç turist ve akşam üzerine doğru spor yapan birkaç yerli var. Bisiklete binen ufaklıklar, gelinlik ve damatlığı ile gölün ortasındaki adada bulunan kiliseye gitmeye çalışan Japon turistler. Bir de tüm göle ve kasabaya hakim manzarası ile Bled Kalesi. Akşam ışıklandırması muhteşem. Giriş kişi başı 9 Euro. İçinde bir restoran ve müze var.
Bled Adası
Ne alaka diyeceksiniz, kış günü gelinliği ile ne yapıyor bu deliler? Biz de dedik, sonra gelmeden önce okuduğum yazı geldi aklıma. Efendim olay şöyle tatlı damatlar, çok sevdikleri gelinleri gölün ortasındaki bu kilisenin merdivenlerinde kucaklarında yukarı kadar taşırlarsa, ömürleri boyunca mutlu bir evlilik süreceklerine dair bir inanış varmış. Tabi bu arada gelin hanımın da hiç konuşmaması gerekiyormuş. Kendimi düşünemedim, gülerim muhakkak:)
Adada bulunan kilise 745′te Pagan inanışına göre inşa edilmiş, daha sonra Hristiyanlığa geçiş ile içindeki bazı semboller değişime uğramış ve bugünkü Gotik kilise haline gelmiş.
Alp dağlarının arasında yer alan Bled Slovenya’nın en önemli turizm noktalarından biri. Spor mevcut, güzel yemek mevcut, kamp yapmak, trekking, fotoğrafçılar için bol manzara, hepsi var! Gölün etrafı hızlı bir tempo ile 1 saatte yürünür. Zaten yürüyüş parkuru da var. Ayrıca romantik de. Daha ne olsun ki? Kışın en soğuk zamanlarında gölün donduğu da oluyormuş, işte o zaman da gölde buz pateni yapılabiliyormuş. Biz oradayken kuğu ve ördeklerin arasında paddling yaparak gölün diğer tarafına geçen bir kaç kişi gördük.
“Kremna Rezina” vanilyalı kremalı pastası ile meşhur. Ayrıca su ürünleri restoranları olarak “Ostarija Peglez’n” oldukça popüler. Şansımız yok ki gittiğimiz gün açık bulalım:( Hemen üstündeki taş fırın pizzacıya giriyoruz biz de. İsmi Pizzeria Gallus. Benim yine hastalık nüks ediyor ve bir şey yiyemiyorum. Erkek arkadaşım bol rokalı nefis bir pizzayı bitiriyor. Benim yapabileceğim tek şey, yakındaki Mercator‘dan muz, soda ve ekmek almak. Midemi bastıracağını düşünerek. Slovenya genelindeki tüm marketlerin ismi Mercator olarak geçiyor, kırmızı tabelalarından hemen ayırt edebilirsiniz. Diğer Avrupa ülkelerine göre de daha uygun fiyatlı. Bizim ülkemiz ile karşılaştırdığımızda elbette Euro hesabı yapınca yine bir mutsuzluk oluyor. Ancak seyahatteyken çok da takılmamak lazım bunlara. Zaten hastayım bir de para pul hesabı ile keyfimi iyice sıfırlamamalıyım.
Düşündüm orada yaşasaydım sıkılırdım kesin diye. Kış günü, sokaklar boş. Her yer soğuk. Ancak bol spor ve başka başka bol meşguliyet olmalı ya da insanın çok iyi arkadaşları, kalabalık bir ailesi olmalı. Yoksa bizim gibi metropollere alışık insanlar için, günde 4 saatimizi ayırdığımız trafiğimiz olunca sıkıcı geliyor bu durağanlık.
Akşamı ettik bile. Yarım saat sonra Ljubljana’da olacağız. Orada beni bir sürpriz bekliyor. Yazısı yakında, yine burada…