Adı değişik geliyor önce Gizem gidelim mi deyince?
Boris de kim ola ki? Kumkapı’nın ortasında hem de. İsmi ilgimi çekiyor, var burada bir hikaye diyorum. Hem ilk defa duyuyorum. Yeni de değil 1936 kuruluş diyor, hatta gittiğimizde konuşunca öğreniyoruz ki aslında o tarihten de eski.
Başa alıyorum. Şimdi Nisan’ın ilk hafta sonu İstanbul’un önde gelenlerinin bir bölümü Adana Portakal Çiçeği Festivali’nde, diğer bir bölümü ise Alaçatı Ot Festivali’nde endam gösterirken biz 3-5 azınlık kalakaldık. Ne yapalım bu hafta sonu derken Cumartesi sabah erken kalkıp önce sahilde koşarız, akabinde de Boris’in Yeri’ne gider, karnımızı adam akıllı doyururuz dedik. Ancak yaşadığımız büyük şehir maalesef ki her dem trafik yoğunluğu ile boğuşuyor. İstanbul değil elbette biz boğuşuyoruz. 1 saat süren yol sonunda Kumkapı’dayız. Sahil yolundaki inşaatı unutmuşum. Bizim spor yalan oldu gibi. Neyse diyoruz, arabayı otoparka bıraktıktan sonra Kumkapı ara sokaklarında dolaşırız, sonra buluruz Boris’i, keyfimize bakarız.
Yıllar önce bir gece gelmiştim Kumkapı’daki meyhanelerden birine. Nedense sevememiştim. Sabah erken saatler, meyhaneler kapalı ya da temizlikte, Cumartesi gecesine hazırlanıyorlar. Ara sokaklarda dolanırken pek çok kilise görüyoruz, hamam, cami de var. Evler, binalar cumbalı, eski İstanbul usulü. Dükkanlarda arapça yazılar, aileye kiralık odalar. Eskinin en önemli semtlerinden biri şimdinin göçebe semti.
Deterjan satan dükkanda Rus milletinden olduğunu tahmin ettiğimiz bir abla yerleri süpürüyor, berberde bir Suriyeli tıraş oluyor. Afrikalı 3 genç evlerden birinden çıkıyor. Ürküyoruz biraz. Çok başka bir yaşam var burada.
En iyisi gidip oturalım, açız nitekim. Tam yerini bilemesek de pat diye karşımıza çıkıyor aradığımız.
Gizem’lerin gelmesini beklemek ile beklememek arasında kararsızken Boris’in meslek varisleri, 1996’dan bu yana dükkanı idare eden ekipten bir çalışan süt vereyim mi diyor. Olur. Ben küçük çay içerim, Onur süt. Vitrinde kaymaklar, peynirler, yoğurtlar.
Verelim biz siparişi, bal kaymak, söğüş, 4 kişilik karışık peynir, zeytin ve sucuklu löp yumurta ile bir de kavurmalı yumurta. Oh! Ekmek tazecik. Yemeklerle gelen çay büyük su bardağında. Kaç kişi iseniz burada ona göre geliyor her şey. İçeride gramla hesaplanıyor.
Bal kaymak ile aşk yaşanır burada. Peynirlerin porsiyonu biraz gözümüze ve midemize küçük geldiyse de lezzet on numara. Yumurtalı ürünler yine ortalamanın üzerinde. Biz bir tek zeytini sevmedik. Daha da iyi olabilirdi.
Biz tam başlamışken Gizemler de yetişiyor Allahtan. Vicdan azabı başlamasına mahal vermeden hep beraber yeme keyfini sürüyoruz. İştah yerinde lezzet de tatminkar olunca, akşama kadar bir şey yemesek ve biraz hareket etsek iyi olur diyoruz. Neticede bol kalori aldık!
Kişi başı 30 TL ödeyerek ayrılıyoruz Boris’in Yeri’nden. Salaşlığını düşününce 20 daha iyi olurdu sanki, bir de peynir tabağı azıcık daha büyük olsa, gözümüz doysa… Neyse ben yine giderim, sıfır pişmanlık yüzde yüze yakın memnuniyet.
Sonra ne mi yaptık? Yokuş yukarı Beyazıd’a çıktık, oradan Kadırga’ya indik, Samatya’da sahilde inşaattan fırsat bulan kısa bir koşu mesafesi, park alanı var, orada az yürüdük, koştuk. Doyamadık spora, bir de spor merkezine gittik orada devam ettik. Boris’in Yeri’nde aldığımız kaloriler, proteinlerdi bizi koşturan, coşturan herhalde. Akşama kadar bir şey yemedik, aklımıza bile gelmedi!
Süper olmuş yazı İrem eline sağlık, ne güzel hikayeleştirmişsin. Gizem ise şüpheli paketlerden kurtulup gelmeye çalışmasıyla bir sütü haketti 🙂
Alışmışız şüpheli paketlere, bombalara maalesef ki. Unutmuşum bile hikayenin o kısmını. Ama iyi yedik:)