Kamboçya’da son hafta, son günler. Geçen 2 haftada bolca Phnom Penh, Kampot, Kep görüp altın vuruşu sona sakladık.
6 saat sürecek gece otobüs yolculuğu var şimdi önümüzde. Kişi başı 16 dolara yataklı otobüs için biletimizi alıyoruz. Eveeet yataklı, bence şahane fikir. Aynebilim diyor ki klimalar son sürat olacak, üşümeyecek şekilde giyin. Battaniye veriyorlar ancak kesmeyebilir.
Otobüse binerken siyah poşetlere ayakkabılar, terlikler konuluyor. Hemen herkes yerini bulduktan sonra uyku moduna giriyor en rahat şekilde. Bir yastık ve 1 minik battaniye veriyorlar. Molasız 6 saat nasıl geçiyor tabi anlaşılmıyor. Sabah 5 gibi Siem Reap‘teyiz. Otogarın önü tuktukçu dolu. Tipine güvendiğimiz bir tuktukçu ile anlaşıyoruz. Çamurlu ara sokaklarda böbrek taşlarımızı döke döke zor da olsa otelimizi buluyoruz. Yeni bir bina, girişte terlikler yine fora. Haklılar da o çamurla içeri insanları almak ve sonra temizlemek herhalde imkansıza yakındır. Zira benim efsane Adidas terliklerimdeki Kamboçya’nın yağlı çamur izleri bile tam olarak çıkmış değil.
Sabah 6 oldu, ne yapsak ne yapsak? Bavulları bıraktıktan sonra barlar sokağında muhakkak açık bir yer buluruz, bir şeyler içeriz, ya da yeriz diyoruz. Amerikan ya da İngiliz kahvaltısı edebileceğimiz yer, sonrasında da güzel kahve içeceğimiz yer de var. Aynebilim hepsine hakim. Sonra birer masaj da mı yaptırsak? Döndüğümde en çok özlediğim de bu oluyor. Vücut peelingleri, masajlar. Of of yani… 22 dolara hem peeling hem masaja anlaşıyoruz. Pırıl pırıl bir yer, ha ben bir de mumun üzerine peştemalı atmasaydım, küçük yangınlı maceramız da olmayacaktı. Anı gibi anı işte. Yanarlı dönerli:)
Öğlene kadar böyle avare vakit geçirdikten sonra odamıza kavuşup, duşumuzu alıp yine sokaklara atıyoruz kendimizi.
Siem Reap Kamboçya’da gördüğüm diğer şehirlere göre daha farklı. Birincisi çok turist var ve Avrupai sayılabilecek kahve, restoran sayısı da bolca. Phnom Pehn‘de de var ancak tabii burası daha küçük olduğundan görme sıklığı da fazla.
Sister Srey de bunlardan biri. Kahvesi, yemekleri ve mönüsü ile hem çok lezzetli hem de cadde önündeki uzun masa oldukça keyifli. Ben bayılıyorum öğle yemeğinde bir kadeh içmeye. Ilık bir hava, muson sabah bi uğramış, çamuru tazelemiş. Ben yine şort, tişört, terlik. Simon’ın dediği gibi çok özgür bir ülke burası. Her yerde hissediliyor. Aynebilim de güzel yerleri biliyor, yeme içme sevdalısı olarak öğlen misyonumuzu tamamladıktan sonra çarşı pazar gezelim, bir yerlerde otururuz yine nasıl olsa diyoruz.
Siem Reap dünyaca ünlü Angkor Wat tapınağı ile bu kadar turistik hale gelmiş. Ayn daha evvelden birkaç kez gezdiği için ben yalnız gideceğim, 4-5 saat süreceği için de bir sonraki gün için planlamaya çalışıyorum. Herkes sabahın 4’ü gibi gidiyor gün doğumunu bu ruhani yapının bulunduğu alanda geçirmek için. Hoş hava tırt, güneş görülür mü bilinmez. Yalnız nasıl yaparım onu da çok kestiremiyorum o kadar büyük alanda. Neyse ki çok ilginç bir şey oluyor ve Bulgar göçmeni Avustralya’da doğup, büyümüş iki Türk’le tanışıyorum. Onlar da yarın sabaha göre plan yapmışlar. E tamam o zaman ben de sizinleyim diyorum.
Siem Reap’te en az 2 gece 2 gün geçirilmeli. Angkor Wat zaten en az 1 gün alıyor e biraz da şehrin kokusu içe çekilmeli…
Angkor Wat
1.115 yıllarında yapımı başlanmış, dünyanın en büyük tapınak şehri olarak geçiyor. 14.yy’a kadar hüküm sürmüş olan krallık daha sonra başkenti Phnom Pehn’e taşımış. Ormanın hakimiyetine teslim olan Angkor Wat, sarmaşıklar altında dört yüzyıl boyunca biraz saklı, biraz yerlilerin ve 3-5 Avrupalının bilgisi dahilinde kalmış.
Sabahın o saatinde çok algılayamasam da su üzerine kurulmuş olan bu müthiş tapınak, daha sonra tuktukla ya da motosikletle gezilebilecek büyüklükteki dev şehir, havanın sürekli bizi ıslatmasına rağmen büyülüyor. Bu kadar büyük olabileceğini açıkçası hiç hayal etmemiştim. Birkaç tapınak gezilir, işte gün doğumu, gün batımı herkes fotoğraf çekiyordur tamam işte diye düşünüyordum. Ancak yanılmışım zira Angkor Wat Unesco Dünya Miras Listesi’nde yer alıyor ve dünyanın en büyük tapınak şehri olarak kabul ediliyor. Gez gez bitmiyor.
Eşsiz bir deneyim benim için de. Büyüklüğünü nasıl tarif etsem bilemiyorum. Çünkü her yerde başka bir tapınak, mezar, antik kalıntı bulunuyor. Bazı alanlarda da yerlilerin işlettiği restoranlar. Temizliği konusunda tereddütlüyüm ancak yapacak bir şey yok. Mola verdiğimiz bir noktada bir şeyler yemeliyiz. Şanslıyım ki midem rahatsız olmadan bu seyahati de tamamlıyorum.
Angkor Wat oldukça mistik bir yer. İlk yapıldığı yıllarda Hindu, daha sonra ise Budist tapınağı olarak kullanılmış. Bu nedenle etrafta bolca budist monkları görmek de mümkün. Biletle birlikte alınan haritada farklı tapınaklar görülebiliyor. Birkaç ay önce Angelina Jolie de orada bir film çekmiş hatta. Rehberler anlata anlata bitiremiyor. Film çekimi esnasında hatta çocukları da oradaymış.
Tarih ve mimariye benden çok daha meraklı olanlar için ölmeden görülmesi gerekenler listesinde eminim ilk sıralardadır Angkor Wat.
1.000 kilometrekarelik alanda her şey iğne oyası tadında işlenmiş. Terk edildikten sonra da doğa baskın çıkmış ve mistik görünümü 10 katına erişmiş vaziyette. Sabah 4’te başlayan maceramız tuktuk üzerinde uyuklayarak geçen dönüş yolu ile günü bitirmeye yakına kadar sürüyor.
Bir duş ve uyku iyi gelecek gibi…
Yarın sabah Siem Reap’e hatta Kamboçya’ya veda edip 1 saat sürecek uçak yolculuğu ile Tayland’a Bangkok’a geçiyoruz. İrem’in ilk Asya seyahatindeki son durağı…