Her sene yaş alırken hem büyük beklentilerim oluyor içimde hem de ay İrem abartma ne olur, sakin ol, herkes yaş alıyor, seni özel yapan bir şey yok. Ne kadar çok beklenti o kadar hayal kırıklığı. Ama ben tipik bir yay burcuyum, aya gitmek bile benim için uçuk değil. Diğer yandan o gün yatıp uyuyabilirim de. Desem de inanmayın, hayatta yapmam böyle bir şey. Ya sonu ya başı, bana bir sürpriz yaratır, yaratmazsa ben şartları zorlarım muhakkak. Hayattan beklentim hep yüksek. Umudum da bir o kadar.
Arkadaşlarım ee doğum gününde birlikteyiz değil mi dediler, söz veremem dedim 4 gün varken. Bana belli olmaz her an bir yerlere gidebilirim, kendimi daha iyi hissedeceğim sürpriz bir plan yapabilirim.
Nitekim öyle oldu. Yepisyeni havalimanımızdan Lefkoşa’ya uçtum. Booking’de yer bulamadığım oteli arayıp en güzel odalarından birinde yer ayırttım. Girne’ye daha evvelden birkaç kez gittiğim için ben tek başıma o iki ülke sınırına yerleşmiş şehirin ara sokaklarında kaybolmak istiyordum. Tek isteğim İstanbul’un kışından, grisinden, rüzgarından uzaklaşıp 20 derecelerde, güneşin peşinde eski Rum- Osmanlı evleri arasında gezmekti derdim.
Hepsini yaptım, sıçan gibi yağmurda ıslandım da, güneşten terleyip yeleğimi çıkardım da.
Sokaklar arasında muralların fotoğraflarını çektim, Kıprıslılar gibi konuştum o 2 gece 1 tam günde.
Havaalanına inince Lefkoşa, Girne, Mağosa‘ya giden otobüslerin saatini denk getiremediğim için taksi ile 100 TL’ye otelime vardım. Otelimde hoş bir karşılama oldu, İrem, Erem, en sonunda Emre bile dedi Filipinli müdür:) Olsun çok tatlıydı hep. Taşev‘in sahibi ben oradayken yurt dışındaydı, tanışma şansımız olmadı.
Taşev eski bir bina, yüksek tavanlı, avlulu. Butik otele dönüştürülmüş, Kıbrıs’ın da kültür merkezlerinden biri. Duvarlarında dönemsel sanat eserleri yer alıyor, sergiler ve mini konserler de düzenleniyormuş. Dekorasyonu, konforu, atmosferi tam aradığım gibiydi. Sakin, dingin, doyurucu.
Kıbrıs’ı zaman zaman küçümseriz, ancak bizden medeni ve bizden daha avrupa koktuğunu belirtmek isterim. Ha bazı noktalarda Akdenizli, güneyli olduğunu da çok hissettirir ancak trafik kurallarına uyma derseniz Avrupalıdır. Sonra tabelalar, bizdeki gibi çingene çadırı gibi değil, hepsi nizami ve hatta kimi hayran olunacak tarzda.
Çok yürüdüm, çok dolandım sokaklar arasında. Ben gitmeden önce bir arkadaşım amaaan ne var ki Lefkoşa‘da dedi. Girne’de evet oteller lüks, havuz, kumarhanene gibi olanaklarla daha sıkılma imkanı yok ancak, benim isteğim o değildi baştan beri. Ben şehir gezmeyi özlemiştim tek başıma. Evet minik bir çarşısı ve o çarşıda satılan taklitler var falan ama birkaç hoş kafe ve o sokaklar bana yetti. Hatta eski şehirden uzaklaşmadım bile.
Bir de binaların arasından geçen ve sınırı belirleyen teller. Garip hisler uyandırdı bende. Bir bahçenin ilerisinde kocaman bir gözetleme kulübesi ve üzerindeki UN (United Nations) harfleri… Birlikte ama ayrı, benzer ama farklı, dost ama kavgalı, özlüyor ama söyleyemiyor gibi.
Ne yedim ne içtim? Arada yağan yağmuru saymazsak, güzel kahveler, salatalar yedim. Geleneksel bir şey yemedim zaten ne olacaktı dedim, kebap falan. Diyorum ya yürüdüm, yürüdüm…
Zaten yürümek için gitmiştim, sokak aralarındaki yaşamlarla, avlulara açılan kapılarla selamlaşmak için.
Kaç mı oldum? 42 doldu matematiğe göre…
Seneye daha da yazı yaşamak istiyorum Kasım sonunda ve bence geçmiş yaşamımda ben bir göçmen kuştum. Buna artık eminim. Leyleklere özlemim ondan hep.
Bisiklet yarışı için Lefkoşaya gitmiştim çok beğendim. Yazı için teşekkürler.