Aslında geçen seneydi… Neden şimdi yazabiliyorum? Çünkü yazmak en iyi ve en ucuz terapi benim için. Kötü günlerden, hatta çok kötülerinden geçiyorum. Mental olarak sallanıyorum, duygu durumum roller coasterda sanki, iniş çıkışlar arasında saniyeler var. Babamızda yaşadığımız hastalık şimdi de annemizde, daha sert ve şok bir şekilde hayatımızın merkezinde şu an.
Geçmişteki fotoğraflara bakıyorum, hayata dair umudumu yitirmemek için. Güzel günlerin her durumda bir şekilde, bir zaman yaşanabildiğini hatırlamak için. 1 ayda neredeyse 10 yaş ileri gittim gibi hissediyorum. En yakın arkadaşım diyor ki sen yeniden gençleşirsin, takıntım olduğunu ezbere biliyor.
Evet geçen seneydi, New Jersey’den yeni dönmüştüm, 3 hafta kadar çalışıp tekrar Birleşik Devletler’e bu sefer güneye, azıcık sıcağa, nüfusunun çoğununun İspanyolca konuşan topluluklardan oluştuğu Miami’ye uçuyoruz. Dalaman’dan Yaz, Senem ve Onur ile telaş, heyecan, bir şey unutmadık inşallah paniği ile yola çıkıyoruz. Çok bavulla, boş bavulla gidiyoruz. Onur her şeyi organize etmiş, airbnb evi, araba vs. Benim ilk onların herhalde 10ncu gidişi falan, biliyorlar, restoran, mağaza, outlet, ne yapılır ne edilir…Önce bir araştırayım dedim, Design District, Little Havana, plajlar, Brickell City, Wynwood Walls, South Beach.
Miami’de gece yarısı, uçaktan inip pasaport kontrolüne gidiyoruz, sempatik polis memuru direkt iyi tatiller deyip giriş işlemimizi yapıyor. 350 adet bavulumuzla Onur’un kiraladığı arabaya binip direkt eve geçiyoruz. Gece yarısı ama hava çiçek. Site müthiş, balkondan bakınca önümüzden tekneler geçiyor, ılıman iklim, her yerde palmiyeler. Kraliçe palmiyeler… Jetlag tuzağına düşmeden hemen normal saat dilimine alışmak için uykuya geçiyoruz, ilk kez geldiğim yerde sabah olsun bir an önce diye heyecanlıyım.
Kışın sıcak yerlerde olmak, Göcek’ta yaşamıyormuşum gibi bolca deniz görmek, plajda güneşlenmek, kemiklerimi ısıtmak, tenimin renginin kırılmasını hayal ediyorum ekstra olarak.
Miami’de alışveriş
Peki ne yapıyoruz? TJ Maxx, Nordstorm Rack, Target, Publix akla gelen tüm mağazalara hatta yetmiyor amazon.com’a girip girip çıkıyoruz. Ev adresi kayıtlı her gün apartmandaki kargo alanını kontrol ediyoruz, gelmeyenlerin peşine düşüyoruz, kargocularla mesajlaşıyoruz.
Gün gün yazmak zor, arada ben bir de 1 hafta kadar yine bir New Jersey yapıp geri geliyorum. Fort Lauderdale havaalanından uçuyorum Newark’a, yaklaşık 3 saat sürüyor. Evden Miami Havaalanı da aynı mesafe, Fort Lauderdale de. Uber en kolay ulaşım. Bu arada daha gelmeden AirAlo’dan internet paketimi almıştım, her yerde internetim bolca. Eksildiğinde yüklüyorum. Daha sonra yani şimdilerde bu eSim konusunda bir sürü firma çıktığını görüyorum hatta kalan bakiyeleri başka ülkelere gidince kullanılabiliyorsunuz.
İlk gün aslında sersem gibiyiz ama meşhur SeaSpice‘a gidiyoruz, benim favori içkim bloody mary, tüm seyahat boyunca sadece onu içiyorum. Her yerde de en iyisi bu galiba diyerek o karabiberli domates suyu- alkollü içkiyi bayıla bayıla içiyorum.
NBA Maçı
Bu seyahatin en keyifli kısımlarından biri Kaseya Center’da Miami Heats maçına gidişimiz oluyor. Çok heyecanlı, tamamen eğlence odaklı bir organizasyon bu lig. Tişört, şapka gibi merchandising ürünlerinin satışları, showlar hepsi ince planlı, marketingi iyi bilen amerikalıların işi.
Bir diğeri ise bizim tak-takçı dediğimiz, geleneksel bir ıstakoz restoranı. Dünyaca ünlü Rustic Inn Crabhouse Ft. Lauderdale. Masaya hemen kağıt önlükler geliyor, ahşap çekiçler. Istakozlar da gelince başlıyoruz, tak tak tak diye çekiçle vurmaya, kırıp içindeki leziz eti yiyoruz. Hah o kadar eziyete değer mi? Bazen deneyim lezzetten daha kıymetli oluyor.
Üçüncüsü geliyor, Gianni Versace‘nin South Beach’deki evi, şimdi otel, restoran bar olan bina oldukça popüler. 1997’de tam önünde öldürülmüş olması dışında. Restoranı, iç avlusu, havuzu, Versace’nin inanılmaz bir masraf yaparak restore ettirdiği evi şimdi lüks bir otel. Birkaç bloody mary de burada içiyoruz:)
Burada İngilizce ikinci dil, İspanyolca ise birinci. Hatta öyle bir şey ki restoranda hem de şık, beyaz keten örtülü masalarda servis yapan bir yerde hiç İngilizce konuşamayan garsona bile denk geldik. Water please diyoruz, bir süre bakıyor yüzümüze…
Daha önce birkaç kez Peru mutfağı denemiştim ve özellike cevicheyi sevmiştim. Miami merkezde de birkaç şubesi olan Chi.Che 105‘e rezervasyon yaptırıyoruz, hem de maç günü öncesi. Dekorasyon, servisi, yemekler oldukça iyi geliyor yine. Bol narenciye, baharatlar, deniz mahsülleri, hepsi ahenk içinde. Patates, mısır, Peru’ya özgü sebzeler bu mutfağın ana ürünleri. Ekipten et sipariş edenler de oldu, onlar da çok lezzetliydi.
Miami’de restoran alternatifi çok, her zevke göre diyebilirim hatta. Birkaç kez de eve 20 dk uzaklıktaki lüks alışveriş merkezi Bal Harbour‘a gidiyoruz, palmiyeler, yeşillikler içinde oldukça hoş tropikal iklimi içinize hissettiren ve açık alanı bol sayılabilecek bir alışveriş merkezi. Burada da Italyan, Japon, Amerikan pek çok ülkenin mutfaklarından oluşan restoranlar var. Biz bir kez Japon bir kez de şahane bir İtalyan deniyoruz. Yummy yummy yummy ikisi de. Bal Harbour Mall bu arada şunun şurasında 200 yıllık tarihi olan bir memlekette 60 yıldır açık olan bir alışveriş merkezi. Ülkenin en eskilerinden biri.
Tabi Miami, kanalları, sahil şeridindeki yüksek binaları, çoğu hotel ya da residence şeklinde evlerden oluşan siteler, şık, güvenlikli vs. oldukça havalı aynı filmlerde ya da fotoğraflarda görüldüğü gibi. Kanallarda lüks teknelerde parti yapanlar, müzik sırf latin tabi, twerk yaparak popo sallayanlarla dolu. Dejenereeee diye bağırasım geliyor.
Üzerinden zaman geçtikten sonra yazı yazınca da hafızada kalan kırıntıları toparlamak, onlara tad vermeye çalışmak gibi oldu bir an. Tembelliği bırakıp taze taze yazmaya gayret edeyim. Bir sonraki yazım sanırım geçtiğimiz Haziran’dan Budapeşte’de gittiğim Coldplay konseri olacak…