Zormuş. Zormuş, zor kelimesini sürekli kullanmaktan bıktığım, söylemeye zaman zaman utandığım ama başka türlü de tarif edemediğim, 2 ay hastane süreci, gidişinin ardından bugün itibari 40.günü.
Annemi kaybettim. Babasının kızı olarak bilinen İrem, meğer ne kadar çok anneciymiş, meğer annesinin bal, küçük kızıymış, hastanede iyi ki seni doğurmuşum deyip durduğu, sen nasıl bir balsın diye beni sevgiye boğduğu günler, geceler ardından annem gitti benim.
Amerika’dayım, 10 Ocak gece saat 1 civarı, ablamdan gelen telefonla evde ne yapacağımı bilemez halde dolanıyorum, Allah’ım ben ne yapacağım bu gece, nasıl sabah olacak, tomografi sonucu çıkmış, bir anda sadece halsizlik ve kansızlık belirtisi ile gelen her yeri sarmış bir kanser. Dayanamıyorum Nesli ve Emre’yi uyandırıyorum. Hepimiz için şok, üzüntü, panik, uçak biletimi hemen değiştirip cuma günü yola çıkıyorum İstanbul’a doğru. Bir gecede 3 kg nasıl verilir, babamda yaşadığımız şeyler şimdi de annem de mi yaşayacağız, neler olacak, üstesinden gelebilecek miyiz? Neler olacak? Endişeden yüksek kalp ritmi, bağırsak sıkıntısı, bir yudum bile yemek yiyememek… Bir sürü insan yaşamıştır bu hayatta benzer süreci. İnsanın bu hayatta en sevdiği, en güvende hissettiği insan…
İsviçre aktarmalı İstanbul’a iniyorum, ablam karşılıyor, eve geçmeden önce bir baş başa durumu konuşuyoruz. İkimiz de aslında son derece mantıklı bakıyoruz ama duygu durumu farklı tabi. Camda bekliyor annem bizi, ayakta. Özlemişim, enerjik ve neşe ile giriyorum eve. Amerika’dan aldıklarımı gösteriyorum, biliyormuş gibi ona pijama almışım hastanede giyeceği rahatlıkta. Ablam da yüksek moralli. Önümüz karanlık bunu bile bile. Yanında son derece güçlü ve onu hiç yalnız bırakmayacağımızı göstererek, söyleyerek…
Normalde tüm sağlık sonuçlarını okuyup, detaylı inceleyen annem tomografi sonucuna bakmamış bile. Biliyormuş gibi. Sadece ben de geldiğim için mutlu, büyük kızı, küçük kızı yanında, güvende hissettiği aşikar.
Ve başlıyoruz, önce Medipol’de dahiliye doçenti Oktay bey ile ilk görüşmemizi yapıyoruz, hemen Pet çekiliyor, bu arada biyopsi vs derken, camda beni ayakta karşılayan kadın bir anda yürüyemez, halsizlikten güçsüz vaziyette yatar duruma geliyor. Sonuçlar da gelmeye başlarken Medipol’de bizi onkoloji alanında başarılı Profesör Doktor Ahmet Bilici devralıyor. Zaten yatmışız annemi güçlendirmek adına hastaneye bu arada. Uykusuz geceler, sadece kağıt bardakta Türk kahvesi içmenin bizi motive ettiği günler… Dönüşümlü öyle bir trafik başlıyor, sırayla eve git gel, çamaşır yıka. Bir sürü doktor giriyor çıkıyor odaya, her doktorun koridorda bizimle konuşmaları, senaryonun trajikliği, ama yine de umudumuzun kırılmadığı zamanlar. Onkoloji servisi, hemşireleri, doktorları, hasta bakıcıları, temizlik ekibi hepsi müthiş iş çıkarıyor. Tabi gece duyulan mavi kodlar, ertesi sabah boşalan odalar. Düşündükçe biz ne yaşadık deyip duruyoruz ablamla birbirimize. Nasıl geçirdik o günleri, geceleri.
O arada annemin bağışıklığının düşmesi sebebi ile gelen kovid, adeno virüsü, arada birkaç gün eve geçiyoruz, ne yedirsek diye ikimiz de mutfakta sürekli bir şeyler pişiriyoruz. Yeter ki 3 kaşık yesin diye.
Korkular artıyor, daha yaşamadan acaba neler olacak endişeleri. Gün gün gitmek lazım diyoruz ablamla birlikte. Bugünü geçirelim, yarını yarın gelince düşünürüz diyoruz. Türkiye’nin en büyük, en en en diye anlatılan Çam Sakura Hastane’sinde bir kabus gece geçiriyoruz, acil kırmızı alanda. Bu gece nasıl geçecek, bu saatleri nasıl atlatacağız, hayatımın en kötü gecesi diyebileceğim, hafızamdan silmek için gayret ettiğim bir kötü anı oluyor. Ve ertesi gün eve gidiyoruz diye anneme söyleyerek yine Medipol’e Ahmet hocaya, anneme senden ayrılmak istemiyoruz biz diyoruz arabada, eve gidersek seni kaybedebiliriz çünkü, gülümseyerek tamam diyor, teslimiyeti bile güzel benim annemin.
Hemşireler yarışıyor, keşke Nuriye teyzeye biz servis versek bugün diye. Her gelen doktora, herkese ayrı ayrı teşekkür ediyor nezaketi ile. Bu süreçte biliyoruz annemi kaybedeceğiz ama 3 gün sonra mı 3 ay sonra mı, bizimle her şeyi konuşuyor. Ben gittikten sonra Edirne’deki evi satın diyor, evin eşyalarını Fatma ablanızla birlikte boşaltın, salondaki keten güzel perdeleri İstanbul’daki evin salonuna koyun diyor. Her şeye tamam diyoruz. İlk gün helvayı komşular kavurur, o gece dua yapın ama sonrasındaki dularımı yapmayın, sokak hayvanlarına yardımlarınızı yapın diyor. Bana işi bırak keyfine bak, eskisi gibi freelance çalış diyor. Yine ilk gece eve gelenlere lahmacun söyleyin demiş ablama, benim haberim yoktu, ilk gece kendiliğimden lahmacun söyledim tüm gelenlere. Evdeki gümüşleri satın siz kullanmazsınız diyor. Hangi cami peki diyor, biz Eski Cami diyoruz, o mahalledeki cami diyor, ama anne Eski cami hem daha güzel hem de İstanbul’dan gelecekler için bulması kolay olur diyoruz. Kardeşlerini soruyoruz kim gelsin kim gelmesin, Nuray gelsin Nuraya bayılır hastanede herkes diyor. Yoğun bakıma girmeden önce ben çok mutluyum iki kızımda yanımda çünkü diyor. Halana, Nuraya ve Şeref’e haber verin diyor. Fatma ablamlar zaten o zaman yanımızda. Cenaze arabasıyla pazarlık yapın diyor bana Cumartesi günü. İstanbul’dan Edirne’ye çok pahalıya gider diyor. Diyorum annem belediye hallediyor o işleri. Eğer yoğun bakım uzun sürerse çok masraf olur Edirne’de devlete götürün beni diyor. Evin kasası olduğum için sürekli bana soruyor, nereye ne kadar ödediğimizi. Merak etme diyorum, sürekli rakamları daha küçük söyleyerek. Endişe etmemesi için.
Zihin biraz bulanıyor, hastanede yatanlara uğrayan delirium hastalığı bize de bir tur geliyor. Ama benim annem onda bile asil, zarif, hayallerinde duvara resim yapıyor, beyaz çiçekler görüyor, bir an bile şikayet etmiyor. Eve gidelim diyor, Ahmet hoca gelecek diyoruz, çok ayıp oluyor biz gidelim Ahmet beye bu sefer diyor. Arada soruyor Ahmet hoca ne zaman gelecek, bugün de görüşelim diyor. Bakımını yapan herkese özel teşekkür ediyor, zahmet veriyorum size diyor. Arkadan da bana kaş göz yapıyor, bahşiş ver, ödemelerini yap. Hayatında en sevmediği şey birine borçlu olmak ki hiçbir zaman olmadı, tüm ödemelerini zamanında hatta erken yapardı. Prensiplerini bu dünyadaki son anına kadar devam ettiriyor. Asil annem benim, bizi yorduğu için üzülüyor sürekli. Perişan vaziyette koşturuyorsunuz diyor. Ne yapabiliriz ki kenara çekilip izlemek mi bize yakışır? Asla, babamda ne yaptıysak annemde daha da iyi şekilde savaştık. Babam için 3 kişiydik, annemde yük çoktu, biz ancak lojistik, moral vs idik. Ama annemde sadece ablam ve ben. Hayatta ne kadar yalnız olduğumuzu suratımıza sert sert vurdu bu zamanlar.
Ama böyleymiş, isyan etmedik, etmek istesek de sustuk. Yoğun bakımda geçen üçüncü gecenin sabahında hastaneden gelin kalbine müdahale ediyoruz demeleri ile koştuk. Bir gün evvel Nesrin hocanın bize verdiği ön bilgi ile hazırdık aslında, bir gün önce vedalaştık, konuştuk, teşekkür ettik bizi doğurduğu için, bize baktığı, destek olduğu için bu hayatta. Söz verdik iyi yaşayacağımıza, söz verdik birbirimizi hiç bırakmayacağımıza… 11 Mart 2025 09.31’de kaybettik annemi, tomografi sonucu 11 Ocak’ta çıkmış o zaman öğrenmişiz…2 ay geçmiş, doktorun söylediğine göre evveli de belki maksimum 1-1,5 ay… Konsantre acı, konsantre yaşanan 7/24 hastalık, annem fokusu… Ahmet hoca ve ekibi acilde biz annemin cenazesini beklerken bize geliyor, teşekkür ediyoruz, onlarla da vedalaşıyoruz.
Sonra işte cenaze arabası işleri, o gece evdeki bir grup insana, akrabaya hadi artık siz gidin diyesim geliyor ablam dizginliyor beni. Evin asi kızı gibiyim. Acım varken saçmalıkları görmek istemiyorum. Neyse ki güzel bir elek bu hayatta.
Sonra kalabalık bir cenaze, şoka girmiş bir sürü arkadaşı, hayatımızın mimarı diye mesaj atan öğrencileri.
O perdeler İstanbul’daki eve takıldı, helvayı Aynebilim kavurdu, komşular da kendi tariflerini verdi, ama Ayn kendi usülü ile yaptı, süper kahramanım. İlk gece duası yapıldı, 7’sinde Göcek hayvan barınağına gitti mamalar, bugün 40’ı için de yine hayvan barınağını doyuruyoruz annem.
Evi daha satmadık, zamanla olacak. Cenaze arabası ile pazarlık yapmaya gerek kalmadı, belediye halletti. Zaten bu ülkede ölüm en hızlısı, cenaze işlemleri hatta biz bile kendimizi kaptırdı o gün ikindiye yetiştirir miyiz diye, müslüman ülke olma ile ilgili sanırım.
Diğer her şeyi de istediği gibi yaptık, yapmaya devam ediyoruz.
Çok asil bir vedaydı seninki bu dünyaya. Tam sen gibi, tam istediğin gibi, daha iyisi olamazdı. Ağlıyorum bunu yazarken fena halde ama mutluyum da, ağlamam özlemimden. Onu bir daha göremeyecek olmamdan, her kıyafetini kokluyorum belki kalmıştır kokusu diye….
Şimdi babamlasın, küçük tüylü kızın da oralarda gökkuşağı altında cennetinizde…