Bir ay öncesinden alınmış biletler. Tam oyunun ismini bile bilmiyorum, hangi tiyatroda olduğunu da. Bilsem ne yazar ki? Sanki her ay Broadway‘de bir oyuna mı gidiyorum ki?
New Jersey’den Nesli ile birlikte trene ucu ucuna yetişiyoruz. Akşam 7’de oyun başlayacak. Biz de 45-50 dakikada Penn Station‘da oluruz. Oradan da haritaya baktım, Belasco Tiyatrosu yaklaşık 1,5 km uzaklıkta görünüyor. Trende yol boyunca durmadan konuşuyoruz Nesli ile. Arkamızda bir kadın grubu, süslü püslü belli ki eğlenmeye gidiyorlar New York’a.
Neyse istasyona vardığımızda Nesli soruyor.
-Vallahi İroş sen benden iyi biliyorsundur istasyonu, söyle şimdi nereden çıkacağız, ne yöne gideceğiz?
Benim iyi bilmemden değil beni tanıyor sadece:) Yönü bulup şuradan düz yürüyüp sonra sağa sapacağız diyorum.
15 dakika kadar yürüdükten sonra Belasco’nun önündeyiz, diğer arkadaşları beklemek üzere kenarda duruyoruz. Sıra var ve gittikçe de sıra kalabalıklaşıyor. Kapıda çanta kontrolü yapan yaşlı ve iri yarı kadın yüksek sesle çantaları hazırlayın diye bağırıyor. O kalabalık, bekleme süresi beni biraz geriyor, biraz huzursuz oluyorum.
Kapıdaki afişlere bakarak oyalanıyorum. Ay evet ya Michelle Williams tabi, Heath Ledger’in karısıydı. Ufak tefek, donuk, pasif duran ama iyi bir oyuncu. Kısa saçlarını da hep severim.
Jeff Daniels ezbere bilmesem de pek çok filmden hatırladığım bir oyuncu. Blackbird bu yılın en iyi oyunlarından biriymiş, çıktıktan sonra okudum yorumlarda.
Ekip tamamlandıktan sonra biz de içeri gidiyoruz. Balkondayız, oldukça tepeden bakıyoruz sahneye. Sahnede bir otomat, belli ki bir ofiste geçecek. Konuyla ilgili hiçbir fikrim yok. O kadar yüksekte olmak ve kalabalık açıkçası yeni atlattığım hastalığımla ilgili ay ben fena olur muyum burada diye kısa süreli beni huzursuz ediyor. Sırada başlamıştı bu huzursuzluk açıkçası ama çaktırmadım.
Oyun başlıyor. İlk başta çok bir şey anlamıyorum. 1,5 saat boyunca aralıksız devam ediyor. Sadece 2 kişi bir toplantı odasında karşılıklı diyalogları geçiyor, zaman zaman ateşli bir kavga, zaman zaman ateşli bir öpücük ile. Sert bir konusu var. Stockholm sendromu temasında çocuk yaşta tacize uğramış bir kadın ve akabinde gelişen hikaye. Kelimesi kelimesine anlamasam da. Çok sıkılacağımı düşündüğüm, sadece 2 sanatçının oyunu ile koltuğa çivileyen bir Broadway oyunuydu.
Hafif sersem ve etkilenmiş şekilde esintili Times Meydanı’na çıkınca, bol ışık biraz bizi kendimize getirdi. Sırada yemek faslı var. Kızların daha evvelden gittikleri, bildikleri bir Meksika restoranı.
Neyse yorulduk, dönüşte trende uyuruz:)
Tiyatroya bir-iki kez gitmişliğim var. Ne yazık ki yaşadığım yerde oyun sergilenmiyor. İmrendim.
Ne yalan söyleyeyim Çağatay benim de ömrümde tiyatroya gitmişliğim sayılıdır. Bu da benim ayıbım.
Takip edip gitmeli diye düşünüyorum. Ne dersin?
Sevgiler,
İrem