Öyle bir sergi bu işte, ona çok yakın hatta kendini onun gibi hissettiğin bir sergi. Van Gogh Alive!
Aslında önce Florian sayesinde Paul Gauguin’e hayranlığım başlamıştı. Ve onun hayatı, ailesini bırakıp Tahiti’ye kaçması. Ve Van Gogh ile arkadaşlıkları, Vincent’ın kulağını kesmesinin sebebi, kavgaları…
Sonra Amsterdam‘da Van Gogh müzesi gezisi. Onun inişli çıkışlı, depresif, narin karakteri. Bu hallerini resimlerine, çizgilerine hatta fırça darbelerine bile yansıtışı. Hayatının trajik noktaları onun büyüklüğüne neden oluşu. Kardeşi Theo ile olan yakın ilişkisi. Peş peşe ölümleri, yan yana mezarları…
Ve Van Gogh İstanbul’da. “Alive!” adıyla. Simsiyah bir salon, kocaman duvarlara projeksiyonlarla yansıtılan eserler, peşi sıra hareket edişleri ve muazzam müzik. Pek çok duyuya birden hitap ettiği için içeri girer girmez duygulanıyorum. Çok mutluyum. Mutluluktan gözlerim doluyor. Ağlayabilirim ve saatlerimi orada geçirebilirim. Nereye bakacağımı şaşırıyorum. Bu kadar etkilendiğim başka bir sergi oldu mu diye düşünüyorum, henüz aklıma gelen bir şey yok.
Abdi İbrahim 100. yılı sebebi ile bu sergi ile istanbulluları buluşturuyor. İçeride İstanbullular ile birlikte Türkiye’de yaşayan yabancılar ve bolca da turist var.
Sergi heyecan verici. Sakın kaçırmayın, 15 Mayıs’a kadar Antrepo 3. binada. Sonbaharda da Ankara’da.
Aç gideceklere özel not: Sergi sonrası Karaköy Lokantasına gidip Hünkar Beğendi yemeye ne dersiniz?
Gerçekten harika bir sergi gidip görmek gerekiyor