Sarı beyaz yapıları ile Cordoba…
Sevilla gibi güzel bir şehirde gün bize yetmese de Endülüs bölgesindeki kısıtlı zamanı en iyi şekilde geçirmek idealimiz.
Kiraladığımız arabamızla yönümüz belli olarak Cordoba’ya doğru gidiyoruz. Écija‘daki kahve molamızın ardından güzel müzik, sarı topraklar arasından devam ederek dar sokakları ile meşhur Cordoba’ya ulaşıyoruz. Arabamız küçük olmakla birlikte gerçekten o daracık sokaklarda ilerlemek ve park yeri bulmak güç. Hava da güzel herkes sokaklarda. Bulduğumuz kapalı otoparka aracımızı koyup şehri yürüyerek keşfetmeye koyuluyoruz.
Granada, Sevilla ve Malaga’ya göre bence Cordoba bu bölgenin en turistik şehri. Hele ki o küçük sokaklarda yüzlerce hediyelik eşya dükkanı, cafe, restoran ve Pazar günü olması itibari ile oldukça kalabalık.
Ayrıca şehirde Endülüs Emevilerinin önemli eserlerinden Kurtuba Camii’nin burada olması. İspanyollar bu büyük esere Mezquita diyorlar. Katedral cami. Bir an bana Ayasofya’yı anımsatmıyor değil.
Oldukça güzel bir eser ve eski şehrin tam göbeğinde, bir şekilde yollar orada kesişiyor. Her zamanki gibi derdimiz, gözümüze güzel yerlerin hafızamızda uzun soluklu olması. O nedenle listelerde yer alan yerleri tik etmek değil. Kuyruksuz Uçurtma da öyle değil mi zaten, rüzgar varsa bir o yana bir bu yana. Rüzgar mı onu o mu rüzgarı kontrol ediyor hiçbir zaman belli değil, bir başka türlü ilizyon.
Cordoba sokaklarındaki kapıların ardında muhteşem bahçeler, küçük avlular, hoş hoteller, restoranlar hepsi birbirinden çekici, davetkar.
Bir o yöne bir bu yöne yürüdükçe yürüyoruz. Güneş var, ısıtıyor hatta gölgelere makas atmasak yakacak düzeyde bile denebilir Kasım ayı için muhteşem bir hava.
Hem Cordobalılar hem de civardan, Avrupa’dan gelen turistler doldurmuş şehri. İnternet araştırmalarımızı oturduğumuz bir köşede sürdürüyoruz. Michelen yıldızı adayı bir restoran buluyoruz ve haritamız bizi şıp diye adrese götürüyor. Casa Pepe De La Juderia, adres doğru, yemek ve şarap seçimi yine Tülin’de. Benim için en kolayı bu. Zaten en doğru seçimi yapıyor benim yemek zevkimi de biliyor, söylediklerimizin hiçbiri de bizi pişman etmiyor. Şarabımız, yemeğimiz, akabinde kahvemiz ile diğer şehirlere göre bir tık fazla ödüyoruz ama hayattan memnun olduğumuz için şikayet edip bıkbıklanan yok aramızda.
Yemek sonrası hazım yürüyüşü ile şehri kendimize göre tamamlıyoruz. İkimizin de müze, kilise sevdası yok bu gezide. Mümkün olduğunca şehrin içine karışmak, güzel yemek içmek, kendimizi şehre teslim etmek var.
Gün batımına yakın artık Sevilla’ya geri dönelim diyoruz. Güneş yolda batacak. Sonbahar renkleri sarıdan gece mavisine oradan da alaca karanlığa dönecek. Sadece arabanın farları önümüzü hayaller de ruhumuzu aydınlatacak.
Belki minik, geleneksel bir kasabada akşam keyif kahvesi molası ile gecenin hüznü biraz sohbetle yol alıp gider bizden. Sonrası malum, uyku, dinlenme. Yarın ise kendi rotamızda okyanusu göreceğiz. Belki başka sürprizler de çıkar karşımıza. Hayat bu. Saklıyor bir şeyler ve sunuyor önümüze ummadığımız anda.
Her yer bir yana İspanya bir yana! O renkler, o tarih, sanat hiçbir yerde yok. Biraz yazıp çizen biri olarak Dali’nin köyü beni büyülemişti. Hele bir de o sanat esri, resim gibi evler… Bana bunları tekrar yaşattığınız için teşekkürler. Kaleminize sağlık…