Madrid’de programda o gün outlet gezisi var. Alacak bir şeyim var mı? Gitsem muhakkak çıkar. Başka alternatif var mı? Olmaz mı? Çok eski ve hızlı trenle sadece yarım saat olan yeni bir yeri görmeyi her zamanki gibi tercih edeceğim.
Sabah erken kahvaltı sonrası Sema ile birlikte outlet grubundan ayrılıp otelimizden Madrid’in meşhur istasyonu Atocha‘ya doğru, kah yol kenarındaki kaldırımdan, kah yolun ortasında park mı kaldırım mı karar veremediğim yolun iki katı büyüklüğündeki kaldırımdan yürüyoruz. Barselona’daki La Rambla mantığında caddenin ortasında bir yürüyüş yolu, içinde banklar dolu, köpeğini gezdirenler, sabah sporunu yapanlar, ağaç gölgesi altında soluklananlar. İşte özendiğimiz, ağacın betondan değerli olduğu bir Avrupa hissiyatı daha.
Atocha’ya vardığımızda otomatlardan biletimizi alıyoruz, ancak akabinde trenimizi bulmamız biraz uzun sürüyor. Bir gece evvelden sabah 5’e kadar sokaklarda olmamıza yoruyorum ben bunu. Yoksa iki zeki insan bu kadar şaşkın davranmamalı.
Trenimizi bulup, kompartımanımıza yerleştikten sonra konforlu bir yarım saat sonunda Toledo’dayız. Yol boyunca şahane İspanya manzaraları görürüm diye hayal ediyordum ancak nafile. Pek bir manzara yok. Sağlık olsun.
Toledo’da enfes bir tren istasyonu bizi karşılıyor. Şehir merkezine yürümeyi sevenler yürüyebilir ancak zamanı az olanlar, 2,5 Euro vererek ring sefer yapan otobüs ile yukarı çıkabilir bizim gibi.
Fikrim var mı? Sadece birkaç fotoğraf görmüştüm evvelden, bir de biliyorum ki oldukça eski bir şehir, eski başkent. Romalılar ardından Müslüman Arapların hakimiyetinde kalmış olan Unesco dünya mirası listesinde olan bir şehir Toledo. İspanya tarihi ve kültüründe çok önemli bir yere sahip olan şehrin sokaklarında kendimizi kaybedince anlıyoruz ne manaya geldiğini.
Her yer yerel Tapas barlarla dolu. Minik minik dükkanlar, turisti bol olmasına rağmen bir o kadar da kendi halinde duruşu ile etkiliyor bizi. Pek çok sokağına girip çıkıp yemek yemek için kendimiz için ideal yeri arıyoruz, aslında karar da veremiyoruz. Bu yürüyüş sırasında daracık sokaklar, bizim mimarimize benzer binalar, cumbalı balkonları görüyoruz. Sokaklar arasında çatılarda birleştirilmiş güneşlik fikri hoşumuza gidiyor. Zaman zaman şehir içindeki küçük meydanlara birkaç kez çıkıyoruz. Şikayetçi değiliz. Sonunda buluyoruz bir yer yemek için. Bu kadar aramaya, serseri mayın gibi dolanmaya değiyor. Ne Barselona’da yediğim ne de birkaç günde Madrid’de yediğim tapaslar tapas değilmiş gibi mutluluk sarhoşuyum burada. İsmi El Trebol, İngilizce bilmeyen ama her şekilde bizi anlayan garsonumuza siparişimizi veriyoruz. Ev yapımı şarabımız, ançuez ve salatamız geliyor önce. Ançuez bizi mest edince bir ikincisini daha söylüyoruz. Sıcak olarak da patatesli, sebzeli yumurta. Hepsine ba-yı-lı-yo-ruz!
Aklımda ne içindeki katedrallerin ismi, ne sokak ismi, ne aşağıdan girdiğimiz kapının ismi var. Tek bildiğim nefis bir yemek, enfes sokaklar, güzelliğe doyduğum anlar var.
Akşam üzeri trenine yetişmek için yine otobüse binmeliyiz ancak bir şaşkınlık eseri otobüsü kaçırıp, 5 Euro’ya taksi ile istasyona iniyoruz. Trenimize daha vakit var bu esnada bu güzel istasyonun detayları ile vakit geçiriyoruz.
Sonrası malum, zaten çok yorgunuz, yarım saat boyunca sarsmayan, konforlu trende uyku ile hoop gelmişiz yine Atocha’ya, Madrid’e…
Yazınız çok güzel olmuş 🙂 elinize sağlık
Beğenmenize çok sevindim. Teşekkür ederim.