Ne bilirim ben Skadar Lake‘in ne olduğunu? Onu bırak nereye gittiğimizi bile bilmiyorum. Sadece sürüyorum arabayı. Navigasyon diyor az kilometre ama zor yol, gidersin bol bol.
Aşağısı Arnavutluk, yukarısı Karadağ. Biz de Karadağ sınırları içinde devam ediyoruz.
Budva’dan çıkıp dağ yolunda kıvrıla kıvrıla tırmanışa geçiyoruz. Öyle ki pek çok yerde de yol çalışması var ve sırayla geçiş hakkı veriyorlar. Sağ taraf uçurum ve inanılmaz bir manzara, aynı karede hem Sveti Stefan hem Budva. Az ileride İtalya görünecek neredeyse. Çıktıkça çıkıyoruz, yolun zorluğu ve keyfi bitmiyor. Tırsıyor muyum? Yoo, gayet rahatım. Asıl sorun şu, aslında sorun da değil de, nasıl bir yere gittiğimiz konusunda çok fikir sahibi değiliz ve 2 gece orada kalacağız, ben en azından. Kızlar devam edecek belki konaklamaya. Ayn’ın tek söylediği nehir kenarı, rafting bile yaparız. Hiç hevesim yok öyle şeylere, bana ver arabayı süreyim sonsuza.
Yol biraz daha düzene giriyor ve denizi arkamızda bırakıp inişe doğru geçiyoruz. Aştık demek ki koca dağı. Arada az haneli köyler görüyoruz, yem yeşil memleketin içine serpilmiş. İtalyan havasından uzaklaşıp Balkan’a daha bir yaklaşıyoruz his olarak.
Az yolumuz kaldı, hissediyorum ancak ana yoldan sapmış olmak, tamamen ağaçlar arasında tek araçlık daracık yolda ilerlemek, ay biri videoya alsın n’ooolurlar… Ancak birinin midesi bulanıyor, diğeri de uyukluyor. Köy olarak merkez denilebilecek küçük yerin ismi Rijeka Crnojevica.
Bir enteresan manzaralar arasından geçip 4-5 haneli köy desem değil mahalle bile denmez. Otelciğimizin tabelası da tam orada. Birilerinin evinin bahçesinden geçerek ulaşıyoruz Room Dujeva Drago’ya. Allahım o ne manzara!
Odalar şık vs değil, bildiğin temiz köy evi ve minimumda ihtiyaçları karşılayacak şekilde, banyo odadan bağımsız. İngilizce bilmeyen ev sahibi karı koca bizi kendi dillerinde bolca konuşarak karşılıyorlar. Akşam yemeği için ne istersiniz diye sorduklarını ellerindeki kağıttan anlıyoruz. Hem şarap, likör ve bal üretimi yapıp hem de evlerindeki 3 odayı kiraya vererek geçiniyorlar. Vallahi mis gibi iş. Üniversiteye giden bir kızları var yanlarında o çat pat ingilizcesi ile bize yardımcı oluyor sonrasında.
Akşam yemeğimizi bu deli manzaraya karşı, günü batırarak ve tabii ki üşüyerek tamamlıyoruz. 8 gibi de cup yatak! Oksijen çarptı oksijen, yoksa bu saatte yatakta ne işimiz var?
Ertesi sabah yumurtalı böyle köy kahvaltısı beklerken 2 parça kocaman börek beni yağ kokusuna dayanamayan midem sebebi ile aç bırakıyor. Neyse manzara doyurur elbet. Sonra da kurtlu bünye olarak sabit duracak değiliz. Aşağıdaki köyümsü yere ineriz, hayal meyal geçerken birkaç kafe ve market olduğunu görmüştük.
Aynen hatırladıklarımız doğrultusunda benim kahvaltım aşağıdaki kafelerden birinde nehre karşı oluyor. Sonra 1 saatlik 25 Euro olan tekne gezisini pazarlıkla 20’ye düşürüp meşhur Skadar Lake‘e doğru yol alıyoruz. Koca nehirde milyonlarca nilüfer, balıkçıl kuşlar ve birkaç da balıkçı! Fotoğraf, video ne varsa çek kızım çek acıma makinaya! Küçük teknemiz hızlı, hızından ötürü üşütüyor da. Yeşil çok ilginç bir renk, doyulmuyor bakmaya. Mavi varsa bir tek gökyüzü, geri kalan her şey yeşilin tonlarında. Bir de benim pembe tişörtüm.
Tekne gezimiz sonrasında hadi atlayıp arabaya bir de böyle gezelim bölgeyi, hatta güzel bir restoran bulursak oturur bir şeyler yeriz değil mi?
Öyle bakir bir yerdeyiz ki konaklama için bir elin parmağı kadar yer var, gelen turist de bizim gibi bilmeden değil, hedef odaklı ulaşmış buraya. Birka. motorcu görüyoruz Polonya, Almanya plakalı. Macera ruhu böyle yerler için ideal.
Hedefte bir köy ismi var, Dosici’ydi sanırım, gidiyoruz uzunca ancak vardığımızda hayaletler ve bizden başka kimseye denk gelmiyoruz, nehir kenarındaki bir restoran da açık değil. Gerisin geriye dönüşe geçiyoruz, o arada başka bir köy tabelası görüp sapıyoruz, yoksa aç kalacağız artık! Yine kapalı her yer. Son anda Ayn biri ile konuşuyor, open open diye. Kadın sanırım bize acıyarak kapalı olan restoranımsı yeri açıyor. Balık ve patates kızartması ile bira içer miyiz? İçeriz elbet.
Sonunda! Yemek sonrası gitmekten daha kısa gelen dönme yoluna geçiyoruz. Akşam üzeri mahallemizden önce aşağıdaki köyde kahvemizi içelim de azıcık insan görelim diyoruz. Karınlar tok, kafalar güzel, kahve azıcık duruluk versin ruhumuza.
Yukarının manzarası da özleniyor ki, benim son gecem, kızlar 2 gece daha kalacaklar. Gece zifiri karanlıkta baykuş olduğunu düşündüğüm kuşların sesi ile uyuyoruz. Sabah 7’de kalkıp 45 dk yol alıp, Podgorica havaalanına gitmem, aracı teslim etmem ve 15 kişinin bineceği THY uçağı ile İstanbul’a geri dönmem gerekiyor. Buruk muyum aslında hayır ama özleyeceğim kesin bu güzel ülkeyi. Doymadığım da…