Sayılı gün geldi çattı ve biz uçağa binmek üzereyiz. Nereye gittiğimin farkında değilim, henüz heyecan yok. Bekliyorum heyecanın beni bulmasını. Diğer taraftan da uçak korkum sebebi ile aman bir de onunla uğraşamam, rahatla İrem diyorum kendi kendime. O 3,5 saat nasıl geçti anlamadan yağmurlu bir Paris gününe iniyoruz. İnişten 10 dakika önce uçakta tanıştığım Parisli çiftten indiğimizde hangi trene binerek en kısa şekilde şehir merkezine ve otelimizin bulunduğu Republique bölgesine gideceğimizi öğreniyoruz. Orly havaalanı 50. yaşını bu sene kutluyor, biz de tebrik edip hızlıca tren ve akabinde metro maceramıza başlıyoruz. Her şey çok basit ve ben -kendi adıma söyleyeyim- çok çabuk adapte oluyorum. İleriki günlerde navigasyon İrem olarak ismimi değiştirecekler göreceksiniz. Metro oldukça anlaşılır, Londra gibi keşmekeş ve telaşlı değil. Daha rahat ama pis ve sidik kokusu maalesef ki keyif kaçırtıyor. Allahtan duraklar ve gidilecek mesafeler birbirine çok uzak değil. Ulaşım çok kolay. 12,5 Euro’ya aldığımız 10’lu biletler o kadar gezmemize rağmen 6 gün boyunca bize yetiyor da artıyor bile. Hatta bazı biletleri birkaç kez neden kullanabildiğimizi bir türlü çözemiyoruz.
Republique durağında indikten sonra metrodan yeryüzüne çıkıyoruz. Hava bizden önce yağmış, şimdi sanki kırkikinde yağmuru sonrasında güneşi parlatıyor. Elimizde adres var ancak büyük bir meydan, büyük bir heykel var ve her yerden bu heykele çıkan yollar. Bizim otel hangi caddede, hangi sokakta? Heykel etrafında koca bavullarla tam tur yaptıktan sonra ve birkaç yardımsever Parisli sayesinde otelimize kendimizi atıyoruz.
Paris’i gelmeden önce daha büyük hayal etmiştim ancak tahminimden çok daha küçük buluyorum. Ya da biz öyle büyük bir şehirde yaşıyoruz ki diğer her yer küçük geliyor gözümüze. Evvelinde otel araştırırken özellikle hep merkezi yerlere, Chalet bölgesine bakmıştım ancak o civarda ya da St.Germain’de rakamlar çok yüksek kalmıştı. Republique Hotel 10. bölgede, 2 yıldızlı, basit ancak kendine has özellikleri olan, ilk günden sonra daha da sevdiğimiz ve kesinlikle tavsiye ettiğimiz bir otel oluyor. Kısa bir yerleşim sonrasında güneş kaçmadan sokakta olmalıyız.
Elimizde bir Paris kitabı ancak eğer iPhone varsa çevrimdışı olarak da haritadan faydalanabilirsiniz. Sinyal ile sizin nerede olduğunuzu gösteriyor ve gitmek istediğiniz yeri kolaylıkla bulabiliyorsunuz. Biz de önce Opera binası, Concorde meydanı, Seine nehri kıyısında yürüyüş, o köprüden diğerine geçiş ile kendimizi Eyfel’in altında buluyoruz. Bugün çıkmayalım diyoruz, nasıl olsa önümüzde gün bol, başka zaman çıkarız. Olmuyor işte öyle, 2. geldiğimizde bizi sıçana çeviren yağmur nedeniyle de çıkamıyoruz ve Eyfel başka bir geziye kalıyor…
İlk akşam yemeğimiz otelimize yakın bir Amerikan mutfağı oluyor. Buffalo Grill, bir zincir restoran. Çok ahım şahım değil, kötü de sayılmaz. Doyurduk karnımızı, otele gidip dinlenmeliyiz ki 2. günümüzde bol bol gezebilelim. Ha bu arada grip olma gibi bir hataya da düşüyorum kendimi kollamayarak. Aldığım pek çok ilaç da işe yaramıyor ve birkaç gün sesim çıkmadan dolaşacağım Paris’te. Bazıları çok şanslı, konuşamayan bir karşı cins düşünsenize!
2. ve 3. günde Şanzelize (Champ Elysee), St. Germain, Quartier Latin bölgesi, Notre Dame kilisesi. Klasik bir Paris gezisi yapıyoruz gibi görünse de biz ilgimizi çeken sokaklara dalıp, ilgimizi çeken restoranlarda saatlerce oturup, güzel şarap içip keyif yapıyoruz. Daha belki de gezilecek çok müze var, çok sanat galerisi ancak sadece Louvre Müzesi ki onu da kısa tur yapıp çıkıyoruz. Mona Lisa, antik Yunan’a ait Afrodit heykeli ve bir sürü İtalyan ressamın eserleri yetiyor. Birkaç da fotoğraf, işlem tamam. Aklımız çünkü sokaklarda, Parisien olmakta. Şarap butiğinde şarabımızı yudumlarken şık giyimli, tarz sahibi ,zarif hanımları inceleyerek, hayatın anlamını kavramaya çalışmak, çakırkeyf vaziyette…
Cuma akşamı da Sacre Ceur’da vaktimizi sokak müzisyenleri ile geçiriyoruz. Süpermarketten aldığımız biralar, Paris ayaklarımızın altında ve güzel müzik. Hava da ısırmasa tam olacak. Gidip Moulin Rouge civarında Montmartre’de yemek yemeliyiz. Güzel bir yemeğin ardından otele gidip biraz dinlenip gece geç saatte eğlenmeye çıkma planındayız ama ben biliyorum sıcak yatak bana bakacak ve ben dans yerine sıcacık yatağa kıvrılmayı tercih edeceğim. Nitekim aynen öyle oluyor. Ertesi sabah erken kalkıp Disneyland’a gidebiliriz ne dersiniz?
Disneyland hevesim yok aslında. Orhan çok istiyor ve Paris dışına çıkmak keyifli olabilir düşüncesi ile atlıyoruz trene. Tam bir Amerikan rüyası Disneyland. Pazarlama ve mimari harikası. Yılbaşı yaklaştığı için süslemeler her yerde, hatta bir ara Amerikan marşını bile duyduk. Avrupa’nın göbeğinde yapay bir Amerikan duygusu. Sevdim mi? Eh, bir daha gider miyim? Çocuğum olduğunda herhalde. Ama o da şart değil, köye götürmeyi tercih ederim. Tüm günümüz orada geçiyor, akşam otele dönüp yine gece dışarı çıkma planındayız. Ben biliyorum ne olacak:)
Paris’e gelmeden önce pek çok kişi 5 günün çok uzun olduğunu söylemişti ancak bana yetmedi, tam şehri yaşamak, anlamak, hissetmek için 5 gün nedir ki?
Paris’te sevmediklerimiz, klasik kahvaltıları oldu. Bir Türk onunla asla doymaz. Ha bir de ne akıllı milletiz biz, taharet musluğunu icat edene dua ettik durduk tüm seyahat boyunca.
En sevdiğim ise, Paris’te Kasım’da aşktı…
Ne guzel anlatmissin yasadim sanki;))
Yorumun için çok teşekkürler Fulyacığım, hoşlanmana sevindim.:)
merhaba İrem , burası harika bir blog. gezi bloglarını gezerken keşfettim ,bir yo da sana. başarılar.
Kahve Dükkanı
Merhaba Leyla, yorumun ve oyun için çok teşekkür ederim. Ben de hemen senin bloguna iade-i ziyarette bulundum. Ne kadar sıcak bir anlatımın var? Fotoğraflar da çok güzel. Ellerine sağlık. Blog ödülleri blogların birbirleri ile kaynaşmasına sebep oluyor:) Ne mutlu:)
merhaba oldukça güzel bir yazı olmuş. kaynak niteliğinde gerçekleştirilen bir seyahat. Umarım bir gün bizlere de nasip olur. Sivas Gezi Rehberi olarak başarılar dileriz. http://www.sivas.im ekibi.
Cok tesekkur ederim. Umarim herkes her yeri gorme ozgurlugune kavusur. Once onumuzdeki seyahat engeli olan vize sorununun kalkmasini umit ediyorum. Sevgiler
Paris metrosu haal kırıklığı !! :))
Hangi açıdan Erkut? Pisliği çok korkunçtu, hatırlamak bile istemiyorum o kokuları. Ancak çözmek çok kolay. 2. binişte adapte olunuyor.
Paris defalarca gitsem de sıkılmayacağım yerlerin başında geliyor. Keşke orada yaşama imkanım olsa diyorum her zaman.
Ben sanırım yaşam için bir İtalyan kentini seçerdim. Roma mesela…:)