Bölüm I
Kuyruksuz Uçurtma Yunanistan’da!
Çok heyecanlıyım! Yıllardır hayalini kurduğum ve çocukluğumdan beri merak ettiğim ülkeye gidiyorum. Hem de karış karış gezeceğim, uçakla 1,5 saat uçtum ve geldim demeyeceğim. İpsala’dan geçip Kipi kapısından komşu ülkeye giriş yapıp, yavaş yavaş aşağılara kadar ineceğim.
Gece boyunca yol alıyoruz, sabaha karşı uyandığımda kendimi Antalya- Kemer arasındaki bol kayalıklı ve tünelli yoldaymışım gibi hissediyorum. Otobüsümüzde o an tek uyanık olan ben ve yan koltukta oturan babam. Bu onun da büyük hayallerinden biri. O da çocukluğundan beri Yunanistan’ı dinliyor büyüklerinden. Hem komşu ülke hem de Edirne gibi bir sınır kentinde yaşayınca aynı kara parçasındaki en yakın ülkeyi daha da çok merak ediyorsunuz. E bir de kökeniniz oralara dayanıyorsa…Yunanistan’da ilk durağımız Selanik. Rehberimiz ön bilgi olarak İzmir’e benzerliği ile bilinir diyor Selanik için. Evet, kordon boyu, sahil boyunca yer alan kafeleri, restoranları, barları, havalı, hoş kadınları ile İzmir’i andırıyor. Bindiğimiz taksilerdeki şoförlerin hepsi biner binmez nereli olduğumuzu soruyor “Turkey, İstanbul” dediğimizde “Haaa, Konstantinopolis!” diye cevap alıyoruz. Çünkü onlar ve diğer Avrupalılar tarih derslerinde böyle öğreniyorlar. Ve tüm Yunanistan’da aynı diyalog geçiyor.Selanik güzel, İtalyan mimarların yaptığı binaların arasından Aristotales meydanına doğru yürüyoruz ve ilk frappemizi Selanik’te içiyoruz hızlıca! Daha sonra öğreniyoruz ki frappenin çok yavaş içilmesi gerekirmiş. Oysa bize bu sıcakta pek güzel geliyor buzlu buzlu kahve. Selanik’in bizim için en önemli unsurlarından biri de Atatürk’ün doğduğu evin müze halinde orada olması. İçine girip odaları dolaştığınızda gözleriniz dolabilir. Özel bir duygu orada olmak. Selanik’e gelmişken gece herkes tavernaya gitmek istiyor, çünkü Yunanistan eğlenceye çok düşkün bir ülke, insanlarının %80’i akşam yemeklerini dışarıda yiyor. O gece bense yarınki yolculukta pür dikkat olmak için uyumayı tercih ediyorum.
Selanik’ten sonra hedefimiz Atina. Yol boyunca mola verdiğimizde, yemek yemek için durduğumuz benzinliklerde yiyecek doğru düzgün bir şey bulamıyoruz. Kırmızı etlerin hepsi domuz, tavuk eti görmek pek mümkün değil. Düşünüyorum İstanbul’dan Bodrum’a, ya da Antalya’ya, ya da Ordu’ya gitmek istediğinizde yollarımızda ne çok seçenek var! Hepsi de birbirinden lezzetli yerler…
Yunanistan’da şehirler arası yollarda, yol kenarlarında minik kilise maketleri görüyoruz. Bu kilise maketleri bulundukları noktada yaşanmış olan trafik kazalarında ölen kişileri anma amacıyla, yakınları tarafından yaptırılıyormuş. Çoğunun içinde minik mumlar var. Tüm Yunanistan’da geçerli olan bir gelenek bu ve tanısın tanımasın insanlar durup bu kiliseciklerin içindeki mumları yakıp orada ölenler için dua ediyorlar.
Olimpos dağı sağımızda solumuzda Ege denizi ilerliyoruz. Otoban gayet rahat, tabelalar sık sık yerleştirilmiş, kaybolma şansınız yok Yunanistan’da. Nüfusları ve anakara büyüklüğünü düşününce yine ülkemizle karşılaştırılamayacak küçüklükte Yunanistan. Bizde herhangi bir sahil yolundan ilerleseniz her yerde yazlık evler görürsünüz. Yunanlıların bizimki gibi yoğun bir yazlık açlığı yok sanırım. Öyle siteler, komple betona benzeyen sahil görmüyoruz. Her yer yeşil, seyrek yerleşimler ve sakin bir görüntü.
Veee Atina, saat tam öğlen 2, Yunanlıların mesaileri bittiği için şehre girişte ciddi bir trafik sorunu yaşıyoruz. Trafikten kurtulmak için şehrin içine girmekten vazgeçip direkt Korint Kanalına doğru yol alıyoruz. Korint kanalı Ege denizi ile Adriyatik arasında insan eli ile yapılmış olağan üstü bir kanal. Kesinlikle görülmeli. Fikri bile muhteşem. Üzerindeki köprüden yaya olarak geçerken ürküyorsunuz yükseklikten, çünkü boğaz köprüsünden aşağı yukarı 10 metre daha yüksek! Aşağıdaki gemiler minicik kalıyor gözünüzde. Atina açık hava müzesi gibi bir şehir. Dünyada 3 şehir olduğu söyleniyor benzer niteliklere sahip olan; Atina, Roma ve İstanbul. Roma’yı henüz görmedim ama Atina ve İstanbul konusunda hemfikirim. Akropolis muazzam bir yapı. Gece görüntüsü özellikle büyüleyici. Otelimizin terasından bakmaya doyamadık. Şehrin içindeki diğer tüm tarihi kalıntılar da Akropolis kadar etkileyici. Atina’da yapılması gerekenler; Sindagma meydanındaki parlamento binası önündeki geleneksel kıyafetli askerlerin nöbet değişimini izlemek ve askerlerle hatıra fotoğrafı çektirmek, Pire limanına gidip balıkçılardan birinde yemek yiyip, hey gidi ülkemin hizmet sektörünün üstünlüğü diye boğazdaki balıkçılarımızı anmak. Çünkü burada yemek servisi yapan garsonlar sanki tabakları masanıza fırlatıp gidiyorlar, içeceğinizi 4 kez söylediğinizde ancak masanıza geliyor. Bizde ise kıyaslanmaz bir üstünlük söz konusu. Ben Atina’yı gezen şanslılardandım, Türk konsolosluğunda çalışan bir arkadaşım bizi gruptan ayırıp Atina’nın doğusuna tarihten uzak, modern apartmanların ve gece kulüplerinin bulunduğu zengin ve gelişmiş bölgeye götürüyor. Yunanlılar keyifli yaşamı seviyorlar. Mesaileri 14:00’dan sonra bitiyor ve o saatten sonra taksiyi bile durduramıyorsunuz. Öğleden sonra dinlenip, akşam ortaya çıkıyorlar ve sabahlara kadar da eğleniyorlar! Onlara göre biz o kadar çok çalışıyoruz ki ve o kadar zor bir yaşamımız var ki, yazık bize diye içinizden geçiriyorsunuz…
Atina’da alışveriş yaparken esnafın özellikle yaşlı olanları ile sohbet ediyoruz. Hepsi bizi şaşırtıyor, çünkü ya Urlalıyım diyor, ya Yeşilköylü çıkıyor ya da akrabaları İstanbul’da ve en büyük hayalim bir gün İstanbul’a gitmek diyor. Mübadele zamanları akla geliyor, ne büyük acılar yaşanmış. Nasıl ki benim büyüklerim Yunanistan’dan, Makedonya’dan göç etmişler Trakya’ya ve akılları bırakıp geldikleri memleketlerinde kalmış, onların da çoğu Türkiye özlemiyle yaşıyor. Öyle ki, Türkiye’den o zamanlarda Yunanistan’a gelip yerleşenler, yerleştikleri yerlere Türkiye’deki memleketlerinin isimlerini koymuşlar ve oralara benzetmeye çalışmışlar…Atina’da geçen 2 günden sonra orta Yunanistan’a doğru yol alacağım. Dünyanın yeni tanımaya başladığı harikalardan birisi olarak adlandırılan Meteora Bölgesini gezeceğiz. II. bölümde…