Hadi bakalım bu sefer blogumun olması gereken konseptine doğru bir yazı yazmaya çalışıyorum.
Yine sapmalarım olacaktır muhakkak ama zorlayacağım kendimi. Hep istediğim gittiğim, gördüğüm yerleri yazmaktı aslında ama ben biraz bencillikten mi neden olduğunu bilmeden “it’s just me” dedim ve benden yazmaya başladım. Araya birkaç bilgi kırıntıları attım.
Bugün babam ve ablamla yaptığım küçük Edirne kaçamağı ve dün Tuğba’larla yaptığımız yağmurlu Edirne gezisinden sonra Edirne’ye gelmek isteyen ve burayla ilgili bilgi sahibi olmayanlara minik önerilerimden oluşacak bir yazıya başlıyorum aşağıda.
Buraya gelmek öncelikle çok kolay. İstanbul’dan sadece 220 km uzaklıkta. Bu da yaklaşık 2 saatlik bir yol demek. Yol bomboş. Otoban, hele hele Kınalı’yı geçtikten sonra 3 şerite çıkıyor ve gerçekten boş, rahat bir yol. Nasıl geldiğinizi anlamazsınız bile. Hem gerçek anlamda Trakya ile Avrupa’da olduğunuzu da hissedersiniz. Yemyeşil tarlalara bak baka keyifli bir yolculuk geçer. Arada sarı gördüğünüz tarlalar da Kanola yağı yapılan bitkinin tarlaları. Görüntüsü muhteşemdir.
Gelir gelmez eğer karnınız aç ise hemen Ciğerci Kazım’a gidip meşhur Edirne ciğerini yemelisiniz. Kazım olmazsa Aydın. Aydın’da gerçi her zaman kuyruk var.
Yemek yer yemez önce hazmetmek için Saraçlar caddesinde kısa bir tur atıp, Karaağaç yolunu tutabilirsiniz. Karaağaç Lozan antlaşması ile bize tazminat olarak verilen bölge. Hemen arkasında Pazarkule – Yunanistan kapısı var. Küçük bir köyden direkt Yunanistan’a girebiliyorsunuz.
Karaağaç’ta minik kahvelerde kahve içip, Lozan anıtı ve eski tren garı, şimdiki üniversite rektörlüğü binası gezilebilir.
Meriç nehri kıyısında muhakkak yürüyün, hatta Sinan’ın yaptığı muhteşem köprünün üzerinde yürüyün Fatih Sultan Mehmet’in oturup güneşin batışını izlediği cumbada (başka bir kelime vardır muhakkak daha doğru anlatan) oturup siz de Meriç’in akışına dalın gidin.
Fotoğraf meraklıları için çok ideal bir şehir Edirne, hem de her mevsim. Sonbaharda gelirseniz, turuncu tonlara, sarılara şaşkınlıkla bakarsınız. İlk baharda gelirseniz yeşilin canlılığı size kim olduğunuzu, dünyayı unutturur.
Sırasıyla; Selimiye Camii, 3 Şerefeli Camii, Sarayiçi, Adalet Kasrı, IV. Murat’ın avcı köşkü (şu an çay bahçesi ve çok güzel), Buçuk tepedeki Balkan harbine ait müze, Avrupa Konseyi tarafından 60 aday müze arasından sıyrılarak 2004 yılında en iyi müze ödülünü alan 1. Beyazıd Külliyesi içinde bulunan sağlık müzesi gezilmesi şart olanlardan.
Kapalıçarşı’da gezip Edirne’ye özgü meyveli sabunlardan alabilirsiniz.
Keçecizade’ye muhakkak uğrayıp, evinize ve eşe dosta, Selanik kurabiyesi, çifte kavrulmuş lokum, acıbadem ezmesi ve eğer çok fazla tatlı bir şey yiyebiliyorsanız da Deva-i misk alabilirsiniz. Hatta kesinlikle hepsinden almalısınız. Edirne içinde 4-5 yerde mağazaları var, o yüzden çok rahatlıkla bulabilirsiniz. Peynir almayı da unutmayın. Meşhurdur. İster yağlı, yumuşak inek peyniri, ister sert koyun peyniri. Vakumlatarak bol bol alabilirsiniz. Buzdolabında 6 ay kendini korur. Afiyetle yiyin:)
Doğup büyüdüğüm yer olduğu için de ben daha duygusal yaklaşıyorum Edirne’ye ama gelen, gezen herkesin hayran kaldığı bir yer burası.
Mimari ve tarihi açıdan zenginliği ile gerçek bir Avrupa kenti, ayrıca Osmanlı’ya Bursa’dan sonra başkentlik yapmış bir kent…
Yukarıda saydıklarımı hızlı bir turla 1 güne de sığdırabilirsiniz ya da ben daha detaylı gezmek istiyorum derseniz bir gece konaklayıp 2 günde çok güzel bir gezi gerçekleştirebilirsiniz Edirne’ye…
Selam İrem,
Bayramda 2–3 gün Edirne`deyiz kısmetse. Ee tabi haliyle Edirne yazılarına daldım hemen, yerelden tavsiyeler çok iyi:)) Zamanımız olacak, rahat rahat gezeriz bahsettiğin yerleri sanırım. Sevgiler, görüşmek üzere. Şimdiden iyi bayramlar…
Harika, keşke ben de orada olsaydım siz geldiğinizde. Ben gezdirirdim sizi. Bu arada blogumun ilk yazılarından biridir bu. 🙂 Sene 2009 olması lazım:)