İki arkadaşım bahsetmişti evvelinde, bir Cumartesi sabahı da düştü aklıma Tuzla Yat Kulübü.
Ne bulacağımı çok bilmeden, referansların “İrem görmelisin” demelerinin yettiği, sonradan açan güneşin coşturduğu şehirde, taa İkitelli’den Tuzla’ya kaç kilometre ya da kaç saat sürdüğünü bilmediğim bir yolculuk başlıyor. Bu iki parametreye de bakmamış olmamın sebebi yanımda Özlem’in olması ve birkaç haftalık sohbet biriktirmiş olmamız.
Köprü trafiği boldur diyerek Sirkeci – Harem hattından arabalı feribotla karşıya geçiyoruz. Sonrası biliniyor, Kadıköy, Bostancı, Maltepe, Kartal, Pendik, Tuzla.
Tuzla’ya ömrümde ilk kez gidiyorum. İlk kez gidince adresi bulmak biraz güçleşiyor, Yandex de yardımcı olmuyor, neyse ki Tuzla Yat Kulübü’nün web sitesinde telefonla ulaşıp, tarif alıyoruz. Sonrası kolay.
Sokağa girdiğimiz an dizi set arabalarını görünce a-haa işte Medcezir burada çekiliyor diyorum. Ben Dragos civarıdır diye tahmin ettiğim yer Tuzla imiş.
Arabayı hemen sokağa park ettikten sonra aslında ismini düşününce, lüks, şık, spor kıyafetimle ilgili bir an acaba daha mı şıkır şıkır giyinmek gerekirdi derken, içeri girip sahile doğru ilerleyince isminin verdiği algıdan çok daha farklı bir dekorasyon ve samimiyetle karşılaşıyoruz.
Gümüşlük’teki Limon’u bilir misiniz? İlk girişte orayı anımsattı bana. Farklı farklı pek çok bölümü var. Sahilde iki kapalı alanı, mini bir barı, mini bir iskelesi, bahçede kimi yerde koltuklar, kimi yerde beyaz ahşap masa ve sandalyeler. Her yerde bol bol malzeme var, hep beni düşündüren, hiç mi atmaz insanlar bir şeyleri diye. Ben atma meraklısı, az eşya sevdalısı olduğumdan sırtımda manevi yük olur hepsi. Ama tabi burada alan geniş, belki lazım olur fikri her an yerini bulabilir.
Telefonla tarif alırken yemek yiyecekseniz hemen masanızı hazır edelim demişlerdi. Nitekim de masamız hazır, güneş ısıtıyor, gölge ısırıyor. Ne yesek diye düşünürken Zeynep ve Betigül hanımlar hemen size önce güzel bir salata, vişneli yaprak sarması, sonra karidesli börek ve karidesli patlıcan sarma getirelim diyorlar. Tamam, burada patron sizsiniz. Sonra öğreniyoruz ki burada mönü yok. O gün ne pişerse, ne tazeyse, ne zamanıysa servis ediliyor. Hafta sonları özellikle kahvaltıları sanırım görülmeye, denenmeye değer. Biz saati kaçırdık. Yemeklerimiz hızlıca geliyor, birer de Bomonti açıyoruz.
Aslında yemekten çok her yeri gezmek istiyorum. İnstagram için bolca malzeme var burada, laykla laykla cevap verden ziyade, layk çılgını olunur. Uslu bir çocuk olup, sırasıyla gelen yemeklerimizi yiyoruz. Balık varmış ve güzelmiş ancak bize bunlar yetiyor, zira arabalı vapurda Susurluk tostunu gömdüğümüzü hatırlayarak. Sonunda bahar gelmiş, masamız keyifli, lezzetli, depresyon kılıfından kurtuluyoruz artık.
Yemek sonrası artık diyorum ben biraz dolaşacağım. Tuzla Yat Kulübü’nde konaklamak için odalar da hazırlanmış, hatta bir odanın yanında koşu bandı bile gördüm. Değişik bir konsept, ne aşırı şık, ne de aşırı sistemli, rahat ve keyifli. Ege havası hakim, diğer bir şubesinin Marmaris Bozburun Yat Kulübü olduğu düşünülürse… Ayrıca ismi yat kulübü ki burada da yelken yapma şansı var. Özetle, tekneciler, yelkenciler, buraya denizden ulaşıp, isterlerse öğle yemeği yerler, isteyen hafta sonu apartta konaklayabilir, ya da bizim gibi gidip bir şeyler yiyip çıkılabilir…
Hesap, 3 bira, yukarıda saydığım 3 tabak yemek ve salata ile toplam 125 TL geliyor. Az değil, ancak hepsi birbirinden lezzetli. Hesabımızı ödedikten sonra yavaştan ayrılıyoruz Tuzla’dan.
Yolumuz uzun, Pendik Marina’da arkadaşımız Cem’in restoranı Bebek Balıkçı’sında kahvemizi içtikten sonra ikinci molamızı da Kadıköy’de Ayı ve Zeplin ziyaretlerinde veriyoruz. Gün bitmiyor bir türlü, eve girişimiz gece 2’yi buluyor. Uzun zamandır bu kadar spontane, stressiz bir gün yaşamamıştım.
Ne iyi ettik de gittik taa oralara kadar…