Mannheim, Heidelberg, Weinheim, Strasbourg. Hepsinde, her meydanda birer pazar, birer buz pateni pisti. Şehirlerin, kasabaların süsü, püsü. Hepsi görülmeye değer.
Daha evvel birkaç Avrupa kentinde gördüğüm ve bayıldığım pazarları yeniden dolaşma şansını yakaladığım için mutluyum.
Kasım sonu şehirlerde hareket başlıyor hareket. Kış gelmiş, zaten ışık az, zaten erkenden kararan bir hava var, olabilecek en güzel şey ise Noel pazarları. Biz de “Strasbourg Capitale de Noel” şehrindeyiz. Mannheim’dan trenle yaklaşık 1,5 saat mesafede. Benim dilimde “bugün beeenim doğum günüm” diye başlayan bir şarkı. Buz gibi soğuk bir hava, ancak içimizi ısıtan “gluehwein”, ama biz Fransa’dayız, o zaman “vin chaud” içiyoruz. 3,5 Euro, bardağı geri götürünce 1 Euro depozit geri iade.
Günlerden Cumartesi saat daha öğlen olmamış, bu güzel Fransız kentinde irili, ufaklı tüm meydanlar yeni yıl coşkusu ile dolu. Üstüne üstlük mağazalarda %30-%40 indirim var. Biraz ötedeki Alman kentinde bulamadığımız tüm tarz, kılık kıyafet elbette Fransa’da mevcut. Hem geziyoruz, hem bir şeyler yiyoruz, hem de alışveriş yapıyoruz. Şehirde bugün turist bol, akın akın gelmişler sanki, zaman zaman zor yürünüyor, arada çokça üşünüyor, ancak keyfimiz yerinde. Binaların yılbaşı dekorasyonları da birbiri ile yarışacak türde. İşte ben en çok bunu seviyorum.
Avrupa’daki en güzel şehirlerden biri belki de Strasbourg, Unesco tarafından dünya mirasları listesinde. Hal böyle olunca, o eski, masal kitaplarında çizimlerine denk geldiğimiz evler burada gerçek, perdesini, cama konmuş yılbaşı süsünü görünce kıskanmamak için kendini zor tutuyor insan. Çünkü o evde yaşam var! Sıkıcı ve standart ev fikrinden uzak. Yaşanmışlıklarla dolu.
Ren nehri şehrin içinde kıvrıla kıvrıla akarken, nehirdeki kuğular, kaldırımdan suya kadar sarkan ağaçlar ve yine o evler, evler. Ben yılbaşı pazarlarını anlatacaktım evlere takıldım kaldım. Aradığım huzuru evlerin dışarıdan gördüğüm duvarlarında buluyorum sanki. Abartıyorum.
Öğlen yemeği için önce Apple Store’un internetini sömürüp ideal restoranı arıyoruz kendimiz için. Bulduk gibi oluyor ancak yer olmuyor. Öyle kalabalık ki, bir de Fransızların ingilizce konuşmayan aşırı kibar! halleri de eklenince hafif sinir oluyoruz ancak yapacak bir şey yok. Bu sefer boş masa bulduğumuz ilk restorana atıyoruz kendimizi. İngilizce menü yok. Yapacak bir şey de yok. Schnitzel yabancı gelmiyor Nesli de ben de aynı şeyi sipariş ediyoruz. Görüntüsünün çok üzerinde bir lezzetle masamızda yerini alıyor yemeğimiz. Akabinde de hızlıca bir tatlı büfesine gidip siparişimizi veriyoruz. Yanına kahve gerek! Ancak kibar garson ben sipariş almıyorum diyor, öbürü diğerine bakıyor, diğeri neden yaşıyorum acaba diye hayata küsmüş vaziyette. Zor da olsa kahvemizi de sipariş edip, hızlıca yiyip kalkıyoruz. Biraz daha dolaştıktan sonra zaten günler kısa, zaten Avrupa, gün kararmaya yakın biz trenimize geri dönüp Mannheim’a doğru yola çıkıyoruz.
Bu sene doğum günüm böyle değişik geçiyor. İnternetim yok, facebook duvarımda çılgınca yazan dostlarıma yanıt veremediğim için buruğum. Ama olsun otelde hepsi layklarına kavuşuyor.
[youtube width=”525″ height=”444″]https://www.youtube.com/watch?v=itjtIr4F224[/youtube]
Seneye 29 Kasım’da görüşmek üzere deyip bu doğum günümle vedalaşıyorum. Yılbaşı ışıkları yüzüme vururken…