Midilli’de at var mı? Nasıl bir soru bu şimdi? O midillinin bu Midilli ile alakası yok. Hatta Midilli’nin adanın genel ismi ile de liman kasabası olan Midilli dışında bir alakası yok.
Adanın asıl adı: Lesvos
Okunuşu: Lesbos (Lezbiyenden aklınızda kalsın, ismin gelişinin hikayesi orada çünkü) Türkler tarafından okunuşu ise Midilli.
Karışık işler bunlar demeden İstanbul’dan 7 saate yakın sürecek ve ayyy bu otobüs yolculuğu nasıl geçecek acaba deyip, kendimizi Ayvalık’ta bulmamız bir oluyor. Sabahın erken saatleri, otogarın yakınındaki kahvede poğaça, açma, simit ve çay var. Kahvaltı bu şekilde geçirilecek demek ki. İnternetten 12 TL daha ucuza aldığımız Ayvalık-Midilli teknesi için biletimizin çıktısını almaya Jale Tur’un ofisine gidiyoruz. Gidiş dönüş bilet 30 Euro. Yunanlar ise kendi taraflarından bilet aldıklarında 6 Euro’ya gidip geliyorlar. İşte burada bir adaletsizlik var.
Jale Tur ve Turyol’un ofislerinin hemen karşı kaldırımında olan Ayvalık Hudut Kapısı’ndan geçiş ve tekneye yerleşme işlemlerine başlıyoruz.
Ayvalık Hudut Kapısında freeshop yok. Aklınızda olsun, bir şey almayı düşünüyorsanız dönüşte Midilli’deki Hellenic Duty Free’den alışveriş yapabilirsiniz.
1,5 saat süren feribot yolculuğunun ardından Lesvos adasının Mytiline yani Midilli limanına ulaşıyoruz.
Mytiline (Midilli)
Pasaport kontrolünün ardından kiraladığım arabayı teslim etmeye gelen Nikos elindeki kocaman İREM yazısı ile karşılıyor bizi. Minicik bir Hyundai i10 kiraladık, günlüğü 35 Euro’dan. 2 kişiyiz bize yetecek bir araba. Nikos ile 3 gün sonra arabayı nasıl teslim edeceğimizi konuşuyoruz. Kendisinin teslim almaya gelemeyebileceğini o nedenle aracı bu şekilde bırakabileceğimizi, anahtarı da ön tekerleğin üstüne koymamızı söylüyor. Güven harika bir şey arkadaş!
Arabaya eşyaları atıp, dönüş günümüz Pazar olacağı için ve sevgili Yunanların da Pazar günleri tüm dükkanları kapadıklarını bildiğimizden hemen merkez Midilli kasabasını gezelim, bir şeyler yiyelim, sonra adanın diğer bölümlerine hareket ederiz diyerek dolaşmaya başlıyoruz.
Tipik bir Yunan kasabası, evler, balkonlar güzel, hava o an çok sıcak, dükkanların yine hepsi açık değil, ekonomik kriz yok çünkü orada! Hepsinin parası bol çalışmaya lüzum yok. Yine de hoş işte. Seviyorum ya, gerisi mühim değil benim için. Yunanistan’ın her yeri bana güzel.
Karnımız acıkıyor, ara sokaklardan birinde yaşlı amcaların tek başlarına oturup uzo içtikleri bir restorana atıyoruz kendimizi. Serin, asma ile sokağın tamamı kaplanmış, güneş ışınları etkilemiyor, biraz da ara sokak olmasından ötürü esiyor hafiften. Hemen buz gibi benim favori Yunan biram Mythos, kalamar ızgara ve peynirsiz bir Greek salad. Ekin Hanım peynir yiyemiyor o nedenle 3 gün boyunca peynirden uzak bir yaşamımız olacak. Masaya da gelemiyor o peynir. Yapacak bir şey yok. Arkadaşımın hatırına katlanacağım.
Yemek enfes, Mythos hafif başımızı döndürmüş bir an önce adayı keşfetme derdine düşüyoruz. Arabayı alıp, haritayı açıp yola çıkmalıyız. Ada oldukça büyük, ben 3 günlük bir tatil planladım ama pişmanım keşke 4 gün olsaydı diye. Çünkü 3 günde adanın 3/4’ü gezilebiliyor, batı tarafına hiç gidemedik. Adayı iyi bilenler ise esas batı tarafının güzel olduğunu söylüyor. Ben gördüğüm 3/4’e aşık olmuşken göremediğim ve daha güzel olduğu iddia edilen yere ne yapardım acaba?
Pirgi Thermis – Mandamados
Midilli’den çıktıktan sonra kuzey doğu yönüne doğru ilerliyoruz. Gördüğümüz ilk ve tek Lidl süper markete girip, bira, su, atıştırmalık alıp yazlıkçı moduna girmemiz zaman almıyor. Otelimiz Pirgi Thermis’de. Nasıl bir yer, hiçbir fikrimiz yok. Booking.com’da gördüğüm kadarı ile odaları ve manzarası güzel bir oteldi. Thermi de isminden de anlaşılacağı gibi termal bir bölge. Küçücük bir limanı ve o küçük limanda 2-3 adet restoran ve 1 adet market mevcut.
Otelimizi elimizle koymuş gibi buluyoruz. Otelin sahibi Despina bizi karşılıyor. İsminin İstanbul’da meşhur bir meyhanede olduğunu söyleyince, şaşırıyor, seviniyor.
Odamız 2 katlı binanın giriş katında, denize bakan, balkonlu, enfes manzaraya sahip. Akşam üzeri buz gibi biralarımızı balkonumuzda içeriz diye hayal ediyoruz. Karşı kıyı Ayvalık. Dalga sesleri eşliğinde uyuyacağız bu gece.
Eşyalarımızı odamıza atar atmaz denize girmeliyiz diye düşünerek yine yollara düşüyoruz. Yollar dar ve biraz da engebeli bir ada olduğu için bol virajlı, aman dikkat diyoruz. İlk gördüğümüz ve dalgasız, sakin ve masmavi hali ile bizi büyüleyen bir koya kendimizi atıyoruz. Tek bir otel var, Pedalidi. Otelin plajından denize giriyoruz, kimse bize siz kimsiniz, şu kadar para verin gibi bir tacizde bulunmuyor. Otopark için de para almak için yapışan biri olmadı. Başka bir özgürlük var bu adada. Düşünüyorum da Çeşme’de olsaydık her yerde otopark, vale parası, her plaja giriş parası, yediğin içtiğin için uçuk uçuk rakamlar öde. Tatil mi yoksa an be an ne kadar harcadım hesabı yapmak mı belli değil. Burada öyle bir şey yok, çivi gibi bizi kendimize getiren denize girip çıkıyoruz özgürce. Zaten otelin kafesinde bir şeyler yeyip içeceğimiz aşikar. Keyfimiz yerinde 2 saat kadar geçirdikten sonra ee ne yapalım acaba diye kurtlanıyoruz.
Haritaya bakınca geçtiğimiz sene Sakız adasında Mesta köyünde gördüğüm ve aslın Midilli adasında denen Taxiarchis Manastırına gitmeye karar veriyoruz. Taxiarchis Manastırı adını mandadan alan Mandamados köyünde. Bu köy, manda eti, sütü, yoğurdu ve peynirleri ile meşhur. Denize uzak olan ancak sokakları ile bizi büyüleyen bir köy Mandamados, keza Taxiarchis Manastırı da öyle. İçeride fotoğraf çekmek yasak ancak biz Türkler iki arada bir derede yetecek kadar fotoğrafı çekiyoruz bile. Oldukça etkileyici, ruhani bir özelliğe sahip bu manastır. Görülmesi gereken yerlerden biri.
Köy meydanındaki kafelerden birinde içtiğimiz Greek kafe ile akşamı ediyoruz. Geri dönme ve Pirgi Thermis’teki minik restoranlardan birinde deniz mahsulleri hayali ile yola çıkıyoruz. Adaya gelmeden önce araştırdığımda hep idealin küçük sahil köylerindeki restoranlardaki yemekler olduğuydu. Bu 3 günlük gezide ben de bunu tecrübe ediyorum. Ne kadar turistik yere giderseniz lezzetten uzaklaşıyorsunuz. Hoş o lezzet de sınıf olarak çok üstün. Ancak küçük köylerdeki restoranlardaki deniz ürünleri, mezeler hayatınız boyunca unutmayacağınız türden.
Yunan ana karasında maalesef hizmet sektörü Atina, Kavala ve Selanik’te ve diğer küçük şehirlerde gördüğüm kadarıyla pek başarılı değildi ancak adalar çok farklı. Birincisi Türkleri sevmiyorlar diye bir şey yok, yalan o. İnanmayın. Gayet de seviyorlar, son derece ilgililer, bildikleri birkaç Türkçe kelimeyi söylemek için can atıyorlar. İstanbul çoğunun hayali. Ben hep seviyordum Yunan’ı. Bir evvelki yazımda da anlattığım gibi. Yunanistan’da gezerken ayrı bir mutluluk sarıyor beni. Ve herkes aynı duyguyu yaşasın istiyorum.
Bu mutluluk arasında tabi ilk gece bir gözlüğümü kaybetme travması yaşayıp anı bozuyorum. Otele dönerken tekrar arabayı ben kontrol edeyim diyerek Ekin gözlüğümü buluyor ve rahat uyumamı sağlıyor.
Ertesi sabah Despina’ya paramızı ödeyip kuzeye meşhur Molivos kasabasına doğru yola koyuluyoruz.
Skamnia
Molivos öncesinde yolda rastladığımız bir dağ köyü diyebileceğimiz yer Skamnia. Ege’ye tepeden bakan, taş evlerden, dar sokaklardan oluşan yine detaylarla bizi büyüleyen bir köy. Köy meydanında bulunan 2 kafeden birine oturup sabaha kahvemizi içiyoruz. Daha sonra yola devam edeceğiz.
Molivos – Petra
Unesco tarafından korunma altına alınmış, adanın en turistik köyü. Hatta pek çok Yunan adasındaki kasabalar içinde de en turistik olanlarından biri belki de. Yamaca doğru yerleşilmiş, tepeye Türklerden ve Franklardan korunma amacı ile bir kale inşa edilmiş. Küçük limanına restoranlar yerleşmiş, evler korunmuş, hepsi güzel, hepsi özenli, manzaraları bakmakla doyulmaz görünümde. Otopark sorunu olmadan plajın üst kısmında kalan alana arabamızı bırakıp, yaklaşık 40 dakikayı geçen yol sonrasında kendimizi hemen serin suya bırakıyoruz. Molivos Assos hizasına doğru bakıyor. Deniz o an öyle güzel geliyor ki ömrümüzde ilk defa deniz suyu ile tanışmışız gibi şen’iz. Sudan çıktıktan sonra günü planlıyoruz. Biraz dinlenmek, güneşlenmek, öğle yemeği için köye çıkmak, akabinde 5 km uzaklıkta olan Petra’ya gitmek, akşam üzeri ise köyü güzelce gezmek ve sonra adanın tam güneyine ulaşmak 1 saati geçeceği için geçe kalmadan yola çıkmayı planlıyoruz. İkinci gecemizde Plomari’de kalacağız.
Molivos köyü gerçekten benden önce gelen herkesin de dediği gibi etkileyici, estetik ve bol fotoğraflık. Ancak açız. Hemen Gatos restorana oturup, önce zeytin, Mythos, patates kızartması, patlıcan kızartma, yoğurt sipariş ediyoruz. Manzara öyle böyle değil. Hava çok sıcak ancak hem tepedeyiz, hem balkondayız esiyor. E buz gibi Mythos da geldi mi keyfimize diyecek yok. Birkaç masa dolu onlar da bizim gibi Türk. Son yıllarda Türkler daha yoğun bir şekilde adaları keşfeder oldu. Ne güzel! Yemek sonrası yine aşağı arabamıza inip biraz daha deniz keyfi yapmalıyız diyoruz. Bunun için de en ideal yer Petra. Petra’da şansımıza deniz dalgalı, biraz da bulanmış, eminim sabah çok güzeldi. Olsun varsın bizim keyfimiz yerinde. 2 saat kadar burada zaman geçirdikten sonra yeniden Molivos’a geri dönüyoruz. Şimdi ara sokaklarda kaybolma zamanı.
Hayran hayran dar sokaklardan tepeye kaleye doğru çıkıyoruz. Kalenin manzarası gerçekten çok güzel, kafede oturup birer martini içerek akşam üstü rehavetini tam anlamıyla gerçekleştiriyoruz. Güneşi büyük ihtimalle burada batıracağız ve manzarayı bolca fotoğraflayacağız. Akşam yemeği için tavsiye edilen Octapus restorana ahtapot yemeğe gideceğiz. Ama önce güneşe bu akşamlık hoşça kal demeliyiz.
Diğer taraftan da huzursuz oluyorum akşam kararmak üzere, yolumuz uzun ve adada yollar da özellikle bazı dağlık alanlarda yol zorlu. Neyse yapacak bir şey yok. Octapus restoran meşhur olduğu için önce boş masa beklemeye başlıyoruz sonra da servis biraz yavaş olduğu için yemeğimizi bekliyoruz. Fiyatlar hemen hemen her yerde çok yakın birbirine. Türkiye’de aynı yemeği yesen çok çok üstünden bir para ödeyip bu lezzette yiyemezsin. Ahtapot geliyor Ekin’in deyişi ile kolum kadar! Lezzet muazzam çünkü çok taze. Bizimkilere kızıyorum, aramızda bazı yerlerde 5-10 km’lik mesafe var ancak bu farklılık neden? Bizde çok az yerde böyle lezzetli deniz mahsulü bulunabilir, ama orada her köyde var. Neyse sinirlenmeyeceğim.
Plomari
Hesabımızı ödeyip yola çıkma vakti geldi geçiyor bile. Evet yol aynen tahmin ettiğim gibi çıkıyor, dar, virajlı, kapkaranlık. Belki gündüz olsa bu kadar ürkmeyeceğim ama elde değil işte. Ekin de ben de gerginiz. Üstüne bir de tabela eksikliğinden 10 km kadar yanlış yöne gitmemiz de ekleniyor. Neyse dağı aştıktan Kalloni’den sonra belirli bir süre daha rahat bir yol bizimle. Plomari’ye giden yola sapınca yine dar, karanlık, bol ağaçlık yoldan geçiyoruz. Eminim muhteşem bir yol aydınlıkken ancak karanlıkta bambaşka şeyler aklımızdan geçiyor. O arada otelimizin sahibi Lakkis de bizi merak edip email atmış. Plomari’ye varmamız gece yarısı 01.30’u buluyor. Hemen yatağa atıyoruz kendimizi, yarın son gün akşama kadar yine güzel vakit geçirmeliyiz.
Sabah uyanınca görüyoruz ki Ege kendini vurgulu bir şekilde hissettiriyor, odamızın manzarasında. Önümüzde İzmir, Mordoğan civarı biraz ilerisi de Sakız adası, gayet net görünüyor. Otelimizin plajı yok ancak Lakkis bize biraz ilerideki Joe Bar‘ın plajını kullanabileceğimizi söylüyor. Midilli’de otopark ücreti, plaj ücreti yok bu arada. Bir tek Molivos’ta bir yerde gördük, şezlong ve şemsiye ücreti tabelası ki biz Molivos’ta yine ücretsiz bir yerde güneşlendik, denizimize girdik. Mantık doğru deniz bir firmanın değil ki para verelim.
Joe Bar, plajı, kafesi, duşu ile bizim her şeyinden faydalandığımız ve gayet güzel vakit geçirdiğimiz bir yer oluyor. Plomari bu arada uzonun ilk yapıldığı kasaba olduğu için uzo fabrikaları da turistlerin ilgisini çekiyor. Barbayannis uzonun kralı olarak biliniyor ve en popüler marka da o. Özellikle yeşil şişesi güzel-miş. Ben anlamıyorum uzodan, rakıdan. Ama içilmeden gelinmez. Hatta hediye de alınabilir. Karar sizin.
Adadaki 3. günümüzün sonuna gelmek üzereyiz, Midilli merkeze dönmemiz, aracı teslim etmemiz gerekiyor. Ancak yemek yemeden mi gideceğiz? Yolumuzun üstündeki ismini okuyamadığım bir sahil köyünde protein takviyesi yapıyoruz. Sanırım ismi Dipi. Adada yediğimiz en güzel ahtapotla bu köyde tanışıyoruz. Yine bir Mythos, Mythos yoksa Fix tercihimiz. İkisi de Yunan birası. Gayet güzel hele bir de buzluktan çıkarılan bardak ile servis ediliyorsa.
Tam zamanında arabamızı limana getiriyoruz ancak Nikos ortalıkta yok. Bize güvendiği için teşekkür edip, bagajda bıraktığımız biralar için arkamızdan neler söyleyeceğini düşünerek pasaport kuyruğuna giriyoruz. Yine ne zaman geliriz, eksikleri tamamlarız derken 1,5 saat sonra Ayvalık‘ta oluyoruz. Midilli’de geçen içinde deniz, lezzet, keşif, road trip içeren güzel 3 günümüz hafızalarımızda önemli bir yer tutacak.
Midilli’nin tek eksiği yol tabelaları. Tabi biraz da yollar iyi olsa ne güzel olur. Çünkü ada gerçekten çok büyük ve farklı yerler görmek için yol kat etmek gerekiyor. Midilli’de rakamlar uygun, oteller, pansiyonlar tertemiz, gayet mantıklı. 2 farklı yerde de biz hiç hayal kırıklığına uğramadık.
Bizim eksiklerimiz ise, Ayasos, Eressos… Tamamlamak şart oldu artık.