Herkes gibi ben de baaa-yııııı-lıyorum bu canlılığa, ışıltılı şehirlere, o karanlık kış depresyonundan uzaklaşma bahanesine. Yeni yıl coşkusu bir motivasyon,…
Evet evet doğru okudunuz bu kış gününde yapılabilecek en güzel şey eğer Maldivlere gidemiyorsak ya da Rio Karnavalında dans edemiyorsak kaplıcalara gitmeliyiz!
Geçen sene Fransa ve kısa Almanya gezim sırasında Almanlara özgü termal deneyimim olmuştu ve bundan çok da keyif almıştım. Dışarısı maksimum 2-3 derecelerde iken sen içeride sıcacık havuzlarda, saunalarda, hatta açık alandaki sıcacık havuzda yüzüyorsun. Ne keyif ama! Bu aslında sağlık için de gerekli. Hem de illa romatizma, kireçlenme teşhisi konmadan yapılabilecek bir şey. Ben de tadını aldım ya ne yalan söyleyeyim plan yapıyorum şu an. Hoş bizim ülkemizdeki farklı olacaktır, henüz hiç gitmedim. Almanya’daki kaplıcayı anlatırsam bol bol biplemem gerekir. Sağlık için diyorlar, kadın erkek, yaşlı genç doğdukları gibi havuza, saunaya giriyorlar.
Neyse şimdi öyle bir durum olmadığı için ben bizdeki alternatiflere bakayım hemen. Booking.com’a girdiğimde en yakın olarak Bursa, Yalova bölgesi çıkıyor. Yolu biraz daha uzatırsak, Afyon, Kütahya, Denizli’de de tesisler mevcut. Ha bir de Kuzey Ege’de Kaz dağlarının eteklerinde pek çok kaplıca, termal bulunuyor. Yalova Bölgesinde dikkat çeken otellere bakalım önce. Genel özellikleri, hepsinin banyosundan akan su da sıcak, kaplıca suyu, yani illa ki paylaşımlı havuza inmek zorunda değilsiniz. Ama tabi küvetteki hareket kısıtlılığını düşünürseniz inin aşağı derim ben. Her tesiste olmazsa olmaz wifi, restoran, oda servisi gibi özellikleri saymayacağım. Benim tek dikkat ettiğim booking.com üzerinde tesisleri tek tek incelediğimde son rezervasyon yapan kişilerin Arap ülkelerinden olması ilginçti, ayrıca yine konakladıkları otellerle ilgili yorum yapanların hemen hemen hepsi yine Araptı. Aslında gitmek istiyorum ama bir an şüpheye de düşmediğim değil. Oh mis gibi sıcak havuzlar derken lobide dolanan Arap adamları görmek benim açımdan pek hoş olmayabilir. Neyse biz otellere bakalım. Bu tesislerin çoğu Termal isimli kasabada Kaplıcalar caddesinde yer alıyor.
Green Termal Hotel, 3 yıldızlı ve yorumların çoğu fevkalade. Fotoğraflar da temiz ve ihtiyacı karşılayacak bir otel olduğunu gösteriyor. Sauna ve jakuzziyi günde 1 saat özel olarak kullanabiliyorsunuz.
Thermo Vital Hotel, yine Termal kasabasında. Hem olumlu hem de olumsuz görüşler var. Limak Thermal Boutique Hotel, işte hepsinin içinde favorim. Odalar Versay sarayından esinlenerek barok tarzda döşenmiş. SPA hizmeti konusunda da olumlu görüşler var. Ancak konaklama bedellerine bakınca bu oteller içinde en pahalısı.
Thermalium Wellness Park Hotel, göl ve dağ, orman manzaralı odaları ile öne çıkıyor gibi görünse de diğer yorumları okuduğumda çok olumlu görüşlere rastlamadım. Booking.com puanı 6.9. Ortalarda demek.
Bursa’da ise meşhur zincir otellere rastlamak mümkün, Hilton, Crowne Plaza (fotoğraflar bana gel bana gel diyor.), Kervansaray vb. Bunların dışında Atatürk Palace, Tiarra Termal Hotel, termal havuza çocuklar alınmıyor, yeni, şık ve tasarım otellerden biri daha.Bursa merkezde yer alıyor. Marigold Thermal&SPA, yeni bir otel, tasarımı şık ve yine beğenilen oteller arasında. Hotel Çelikpalas konaklayan misafirlerden hep olumlu görüşler almış. Gönlüferah Termal Hotel, dekorasyon müthiş, ancak SPA ve termal sudan faydalanmak için ekstra ödeme yapmanız gerekiyor. Diğer termal oteller gibi düşünmeyin.
Biraz daha yol yapalım Afyon’a kadar inelim. Güral Afyon Wellness&Convention 5 yıldızlı bir otel, tek şikayet fiyatları.
Anemon Afyon SPA oldukça şık, tercih edilen bir otel ancak dikkat çekmek isterim ki termal bir otel değil. SPA yazınca ve bölgesi itibari ile bu yanılgıya düşülebiliyor.
Oruçoğlu Termal Hotel herhalde en eski tesislerden biridir. Yeniler daha cazip görünüyor benim gözüme.
Kuzey Ege’de ise Adrina Deluxe SPA, Termal’de jakuzili oda seçmeyi unutmayın.
Ben eğer her bölge için yazmaya devam edersem satırlar bitmez. Şimdilik kendi kendime araştırırken aldığım notlar bunlar.
Favorim Limak gibi görünüyor. Hem ulaşımı da kolay. Feribotla Yalova’ya gidip otele ulaşmak mümkün. Arabaya bile gerek yok.
Şimdi uygun tarihleri ve fiyatları tekrar kontrol etmeliyim.
Sıcak suyunuz bol olsun:)
2012’yi 2013’e bağlayan gece hepimiz pek mutlu naralar atarken harç ve vergilerin artışını algılamamız 2013’ün ilk günlerine denk geliyor. Eğer pasaportunuzu yenilemek zorundaysanız bu yazıdaki rakamları dikkatli inceleyin.
Hem defter hem de süresine bağlı olarak harçlar %15 civarında zamlandı. Eğer ilk defa pasaport çıkartacaksanız ya da eski olan pasaportunuzu yenileyecek iseniz almak istediğiniz süre ile birlikte defter ücretini de yatırmak zorundasınız.
Kasım ayından beri aklımda bazı kelimeler birleşiyor, bölünüyor, birleşiyor, bölünüyor. Bugün oturdum ve yazmaya karar verdim. Bakalım neler çıkacak. Aslında yıl sonlarında sevinç değil bir hüzün oluyor bazen. Belki insan kendini sorguluyor, neler yaptım, neler yapmalıydım diye. Ya da geçen bir sene daha ürkütüyor. Aslında tam tersi olmalı, yepyeni bir yıl geliyor, coşkusu ile neşesi ile ümitleri ile. Bakalım 2013 neler sunacak bizlere.
Bu noktaya kadar 2012’ye bir bakalım. Hep diyorum ya gezmek aslında bir virüs. Hiç gezmemiş insanda bu duyguyu bulamazsınız. Gezdikçe, gördükçe değişir insan. Uçak bileti aramak, merak ettiği yerleri araştırmak, görseller peşinde hayaller kurmak, tatil günlerini ezbere bilmek. Havayolu firmalarının bültenlerini, fırsatlarını kaçırmamak, ee nereleri gezelim, ne yapalım sorularına aşkla cevap vermek. Bu bahsettiğim virüsün etkiler. Geçmiyor hiç, vücuttan çıktığı görülmemiş. Ha belki evlilik, aynı heyecana sahip olmayan bir eş, çocuk ya da Allah evlerden uzak etsin hastalıklar engel olabilir bu duyguya. Benim duam imkanlarımız, zamanımız, heyecanımız tükenmesin, aksine artmasına dair.
Ne mi öğreniyor insan gezdikçe? Dün Martı Uçtu ile de aynı şeyleri konuştuk. Demek ki benzer ruhlar benzer duyguları hissediyorlar. Gezdikçe öğreniyorsun hayatı, insanları, o insanlara ait sana uzak olan, belki de ilk defa duyduğun hikayeleri, başka kültürlere ait gelenekleri, görenekleri. Gelişiyorsun, olgunlaşmıyorsun belki ama ne istediğini çok daha iyi biliyorsun. Kendini daha iyi tanıyorsun ve belki de en önemlisi daha hoş görülü bir insan oluyorsun. Hayatı zorlayıp, seni esir edecek, zarar verecek duygulardan uzaklaşıyorsun. Hoşgörünüzün hiç eksilmemesi, aksine artması temennisi ile yeni yıl dileğim, daha çok gezelim, görelim, bilmediklerimizle buluşalım. Bunların hepsini de sağlıkla yapalım. 2012’de nerelere gittiğimi ve 2013’de nerelere gitmek istediğimi yazmayacağım. 2012’de birçok sürpriz gezim oldu. 2013’te de rüzgar Kuyruksuz’u nereye atarsa orada buluşacağız nasıl olsa. Tüm dostlarıma, henüz tanımadıklarıma, hatta tüm evrene mutlu yıllar diliyorum!
Unutmadan 2013’te 2012’de istediğim kadar binemediğim bisikletime daha çok bineceğim. Söz!
Skyscanner’dan gelen bir bültendeki bilgiler ilgi çekici olduğu için biraz kısaltarak paylaşmak istedim.
Skyscanner, dünyanın seyahat eğilimlerini ortaya koyan Seyahat Alışkanlıkları Raporu’na göre; uçuşların tüm Avrupa’da en yoğun olduğu gün 22 Aralık olurken, en uzun süreli tatili Hollandalılar yapıyor. Türkler kısa mesafe uçuşları tercih ederken, Türkiye’yi en çok İngilizler, Almanlar ve Ruslar ziyaret ediyor.
Avrupa’nın En Popüleri İspanya
Skyscanner Seyahat Alışkanlıkları Raporu, Avrupa ülkelerinden yapılan aramalarda 2012 yılının en popüler ülkesinin İspanya olduğunu ortaya koyuyor. Hem yaz hem de kış döneminde tüm Avrupa tarafından en çok tercih edilen ülke olan İspanya’yı, İngiltere ve İtalya izliyor.
Türkiye’yi en çok İngilizler tercih ediyor
Rapora göre 2012 yılında Türkiye’ye uçak bileti arayan milletlerin başında İngilizler yer alıyor. İngilizleri, Almanlar ve Ruslar takip ediyor. 2012 yılında Türkiye’den uçuşların en yoğun olduğu günün Kurban Bayramı’na denk gelen 24 Ekim olduğu gözlemlenirken, en yoğun haftanın ise yaz tatilinde, 6-12 Ağustos tarihleri arasında olduğu görülüyor.
Son Dakikacı İspanyollar!
Skyscanner Seyahat Alışkanlıkları Raporu’na göre, 2012 yılının son dakikacısı İspanyollar! Seyahat için uçak bileti ayırtmaya 68 gün önceden başlayan İngilizler en planlı millet olarak dikkat çekerken, İngilizleri yaklaşık 48 gün ile Ruslar ve İtalyanlar takip ediyor. Rapora göre İspanyollar uçak bileti ayırtmaya yaklaşık 46 gün önceden başlıyor.
Keyfine düşkün Hollandalılar…
Rapora göre ortalama 12 gün ile en uzun tatili Hollandalılar yapıyor. Hollandalıları, Fransızlar ve İsveçliler yakından takip ederken, en kısa tatili ise ortalama 8.3 gün ile Ruslar yapıyor. Ruslardan sonra İtalyanlar ve İspanyollar da tatillerini kısa tutan milletler arasında yer alıyor.
Kuzey ülkeleri “çocuksuz olmaz!” diyor
Skyscanner’ın yayımladığı 2012 Seyahat Alışkanlıkları Raporu, en çok Kuzey Avrupa ülkelerindeki ailelerin çocuklarıyla beraber seyahat ettiklerini gösteriyor. Danimarkalılar, Norveçliler ve İsveçliler 2012’de çocuklarıyla en çok seyahat eden milletler olurken; İspanyollar, İtalyanlar ve Almanlar çocuklarıyla en az seyahat eden milletler…
Türkler kısa, Ruslar uzak mesafenin yolcusu…
Kısa süreli tatil yapmalarına rağmen 2012’de en uzağa uçak bileti arayanlar Ruslar. İngilizler ve Fransızlar da uzak mesafeleri tercih ederken, 2012’nin en kısa mesafeli uçuş aramaları Almanya’dan yapılıyor. Kısa mesafe uçak bileti aramalarında Almanlardan sonra Türkler ve İtalyanlar geliyor. Seyahat Alışkanlıkları Raporu’nda Türkler yoğunlukla kısa mesafeye seyahat ederken, Türkiye’den yapılan aramalarda Tayland’ın en çok arananlar listesinde 11. sırada yer alması dikkat çekiyor. Türkiye’ye vize uygulamayan Tayland, tropik iklimi ve farklı kültürüyle Türklerin ilgisini çekiyor. Tayland aynı zamanda Çinli, Hindistanlı, Endonezyalı, Filipinli ve Singapurlu seyahatseverlerin de ilk dört tercihi arasında yer alıyor.
Ne işin var senin tarifle demeyin, İtalya’ya gitmişken etinden sütünden faydalanmalı ve gerçek bir İtalyan’dan gerçek bir tiramisu tarifi almalı. Benimki gerçi şansa oldu, doğum günü yemeğimde tanıştığımız Maria bu tarifi bizimle paylaştı. Masadakiler Maria’nın tiramisusunun meşhur olduğunu söyledikten sonra.
Ben de üşenmedim bakalım becerebilecek miyim diyerek koyuldum işe.
Önce neler lazım onu yazalım değil mi?
1. Kedi dili, Savoiardi markayı Maria söyledi, bizdeki marketlerde de bu marka var.
2. Galbani marka maskarpone peyniri, bunu İtalya’dan dönmeden önce Termini istasyonunun altındaki marketten almıştık. Siz labne kullanabilirsiniz.
3. 3-4 yumurta
4. 4 yemek kaşığı toz şeker
5. Toz kakao
6. Kaymak
7. Sert, sade kahve
Yapılışı çok kolay.
Yumurtaların akları ile sarıları ayrılıyor. Sadece akları kullanılacak. 4 kaşık toz şeker ile 2 yumurtanın akı kar beyaz olana kadar mikser ile karıştırılıyor. Daha sonra içine peyniri atıyoruz ve karıştırmaya devam ediyoruz. Diğer tariflerde labne peyniri kullanılmış hep, bizim İtalyan peynirden bulmak eminim mümkün olmayacaktır, yine siz labne kullanın. Diğer yumurta akı da karışıma kaymakla birlikte atılıyor. Karıştırmaya devam. Bu sefer daha yavaş karıştırabilirsiniz. En önemli nokta ilk yumurta akları ile şekerin kar beyaz olmasıydı. Daha sonra krema kıvamını alana kadar ahenkle karıştırın. Bitti bile. Aslında bu krema işi halolurken siz suyu ısıtıp sert, sade kahve hazırlanabilir. Bu arada ayrı bir kapta kahve biraz soğur, krema karıştırma işlemi bittikten sonra kedi dilleri kahve ile ıslatılıp cam bir tepsiye ya da nereye isterseniz ıslatılmış kedi dillerini dizip üstüne de kremayı kapatacak şekilde yayabilirsiniz. Kedi dilleri iki kat olursa ara ve üst kata kremayı dağıtıp, sadece kremadan oluşan bir şekle sokabilirsiniz. En son olarak da toz kakaoyu tamamen tatlımızın üstünü kapatacak şekilde süzgeç yardımı ile eleyerek iştee olduuuu. Dolaba koyup biraz soğumasını bekledikten sonra servise tiramisumuz hazır. Babam bile beğendiğine göre bu tarif iş yapar diyor sizlere tavsiye ediyorum.
Roma’dan 3 saatlik keyifli bir tren yolculuğu ile yağmurlu bir akşam üstünde Perugia‘dayız. Bundan birkaç yıl önce Perugia’ya uzaktan bakmıştım. Şehrin içine girme vaktimiz olmamıştı o zaman. Ancak hafızamda yer etmiş niyeyse, bugünleri hissetmişim belki de evvelden.
İtalya’nın tam ortasındayız, kuzey ve güneyin arasında Toskana bölgesi sınırda. Çok sevgili Ziya abimiz çok yanlış zamanda geldiniz diyor bize. Baharda, Eylül’de, Umbria Jazz festivalinde ya da Perugia Çikolata festivalinde burada olmalıydınız. Şimdi yağmur, soğuk… Olsun biz hayatımızdan son derece memnunuz. Yeni yıl öncesinde bir orta çağ kentinde, şehirde dozunda bir ışıltı. Gelmeden önce çok az araştırma yapabildim. Bir de ahbabımız olduğu için daha da rahatım, gerek görmedim. Bir yerin yerlisi ile gezmek başka olacak. Tek bildiğim yakında bir outlet olduğu. Valdichiana Outlet Village. Daha evvel gelmiştim, çok büyük markalar değil ancak daha orta düzey markaların mağazalarını mevcut. Neyse boş verelim şimdi outleti, nasıl olsa gideceğiz oraya, grupta 4 kadın var. Kaçar mı bu sizce?
Ziya Abi (Ağabey yazımından hoşlanmıyorum, direkt okunduğu gibi yazıyorum) yani Ziya Bozoğlu uzun yıllardır İtalya, Perugia’da yaşayan ve orada sanatla ilgili işini icra eden bir Türk. Değerli halılar, kilimler, antikalar onun uzmanlık alanı. Avrupa’da da tanınan bir isim. Kuzenim Ersin’in de Edirne’deki bağcılık işinden arkadaşı. Açıkçası nasıl bir aile ile karşılaşacağımızı hiç bilmiyoruz. Hatta Roma’da da kalsak olurdu belki ancak geldik işte. Ziya abi bizi çok sıcak ve içten bir şekilde karşılıyor, sevgili eşi Beatrice de aynı şekilde. Hatta evdeki Alman av köpeği Tobby bile son derece sevecen ve heyecanlı gelişimize. İlk gece Perugia’nın meşhur ve geleneksel mutfağına sahip, yer bulmakta zorlanılan Da Cesarina’dayız. Özentiden uzak dekorasyonda, burada güzel yemek yenir duygusu hakim. 2 günlük Perugia gezimiz boyunca en çok duyduğumuz kelimeler trüf mantarı ve şarap oluyor. Tabi ekipte 2 şarap üreticisi ve bir mantar profesörü olunca bu gayet normal. Restoranda yediklerimizi bir bir anlatsam çok kişinin aklı kalacak, o nedenle ben sadece İtalya gezimin betimleme kelimesi “müthiş” ile geçiştireceğim. Hoş sohbet, güzel yemekler, eğlenceli, sıcak bir restoran ve gecenin sonu. Karasal iklim, saat ilerledikçe hava daha da soğuyor. Ertesi gün de biliyorum ki hava soğuk ve yağışlı olacak. Bizim programımızda outlet var. Sonrasını bilmiyorum. Ha bir de evet ertesi gün benim doğum günüm.
Perugia Valdichiana arası 56 km. 40 dakika gibi bir sürede yine keyifli bir yolculukla, İtalya’da olduğumuzu fazlası ile hissederek outlet maceramıza başlıyoruz. Varır varmaz dağılalım diyorum. Kimse kimsenin alışverişine engel olmasın, herkes özgürce dolaşsın. Nasıl olsa bir mağazada denk geliriz. Ben önce Calvin Clein, Benetton, Geox‘ta şansımı deniyorum. Daha sonra ablamla Samsonite‘da buluşuyoruz. Evet oldukça uygun fiyatlar. Alışverişi abartmasak da kış mevsiminde günlerin kısalığı ile akşama yaklaşıyoruz. Perugia’ya geri dönüp biraz şehir merkezinde vakit geçiriyoruz. Zira akşam Beatrice bize yemek hazırlamış olacak. Hem belki pasta da keseriz ne dersiniz?
Perugia merkezde de yine ekip dağılıyor, herkes istediği gibi geziyor. Akşam karanlığı iyice şehre çökmek üzere, Perugia’yı tepeden göreceğim bir noktadayım ancak hava puslu. Net fotoğraflar çıkmıyor. Evet kesinlikle baharda burada olmalı. Şehir merkezine merkezde oturanlar ve orada dükkanı olanlar dışındakiler arabaları ile giriş yapamıyorlar. Otobüs ve ring sefer yapan bir tramvay ile çarşıya gelebiliyorlar. Perugia aslında bir öğrenci şehri aynı zamanda, o yüzden de bakmayın orta çağ kenti olduğuna, oldukça enerjik. Festivaller zamanı görülmeli gerçekten. Diğer yandan da yemyeşil, İtalya’nın ciğeri denecek kadar.
Artık eve dönme vakti geldi. Beatrice tadı damağımızda kalacak geleneksel İtalyan yemeklerinden oluşan bir masa ile karşılıyor bizi. Sarah, Mattia, Maria da orada. Masa bizdeki gibi değil, viski içilmeyen evde bulunan kristal viski kadehleri yok onlarda. Evde samimi bir yemek ve şaraplar su bardağında. Ne gerek var ki, maksat zaten güzel yemek, dostlarla hoş sohbet. Gerisi kimin aklında kalır.
Evet yaşımı söylemeye utanıyorum, kendimi bu yaşa ait bir olgunlukta hissetmediğim için belki de. Nitekim 36’ya Perugia’da girmek hoş oldu. Masada 2 adet pasta var. Biri ev yapımı elmalı, diğeri ise, kestaneli, bezeli. İkisi de birbirinden güzel. Böyle keyifli bir doğum günü yaşadığım için şanslıyım. Buradan da Ziya abi ve Beatrice’ye teşekkürlerimle. Sayenizde çok özel iki gün geçirdim.
Umbria’da ne eksik kaldı Beatrice’nin demesi ile Assisi‘yi görmelisiniz.
Üç renk, sarı, kiremit ve somon. Roma’daki binaların çoğu bu renklerde. Roma mermerinden yapılmış ihtişamlı tarihi yapıtlar dışında. Havaalanından bindiğimiz Mercedes Vito ile bizi otelimize kadar götüren Pino anlatıyor hepsini bize. Tren mi, otobüs mü derken alandaki görevli bir beyin bizi Pino’ya yönlendirmesi ile 40 dakika süren yolculuğumuz boyunca şehre hayran hayran bakıyoruz. Ben böyle bir şey henüz görmedim. Hoş daha çok da yer görmüş sayılmam ama Roma gibisine rastlamadım şu ana kadar. Kişi başı 15 Euro’yu hotelimizin önünde indiğimizde Pino’ya takdim ediyoruz. Döneceğimiz günden 1 gün önce onu arayacağız bizi istediğimiz yerden gelip alacak ve alana götürecek. Pino’nun numarasını buraya yazamıyorum çünkü döndüğümde kaybetmiş olduğumu fark ettim. Bavullarımızı verirken aman dikkat diyor, hırsızlık bol, pasaportlarınıza, cüzdanlarınıza sahip çıkın Roma’da. Bu tavsiye sonrasında Termini istasyonuna 100 metre yakınlıkta olan küçük ancak kesinlikle tavsiye edeceğim Hotel Serena‘ya yerleşiyoruz. Odalar temiz, servis iyi, fiyat harikulade, yerinin güzelliğini ise Roma’da günlerimiz geçtikçe anlıyoruz.
Eşyaları bırakır bırakmaz köşedeki pizzacıdan birer dilim alıp, zaman kaybetmeden şehri keşfetmeye başlıyoruz. Anlatmışlardı da beni bu kadar etkileyeceğini tahmin etmemiştim. Her sokakta ayrı bir hikaye, her sokakta ayrı bir sanat, güzellik, tarih. 15 dakika yürüdükten sonra karşımıza tüm ihtişamı ile Colleseo çıkıyor. Etraf turist kaynıyor, Kasım ayının son haftasındayız. Roma’da baharı, yazı düşünemiyorum. Kim bilir ne kadar kalabalık oluyordur. Otelden aldığım şehir haritasına göre Colleseo’dan çıkarak Piazza Venezia‘ya bakan Il Vittoriano‘ya ve hemen bitişiğindeki Campidoglio’yu görüyoruz. Biz kim kim miyiz? Kuzenim Ersin, sevgili eşi Fatma, ablam ve üniversiteden arkadaşı Güzin ile birlikteyiz Roma’da. Il Vittoriano’nun Roma’ya hakim terasına 7 Euro karşılığında çıkıp güneş batmadan şehre hayran gözlerle bakıyoruz. Biraz fotoğraf çektikten sonra aşağı inip istikamette bulunan Fontana Di Trevi‘ye otobüs ile gidiyoruz (Aşk Çeşmesi). Aslında yürüsek de olurdu belki ilk günden çok da yorulmamalıyız. Hep duyduğumuz aşk çeşmesi kalabalık, herkes para atma, dilek dileme ve fotoğraf çekme derdinde. Aman dikkat çok fazla Bangladeşli, Hintli var ellerinde polaroid fotoğraf makineleri ile. Yapışıp fotoğrafınızı çekmek isteyebilir, çektirmeyin sakın. Hiç güzel çekmiyorlar hem de 5 Euro’nuzu kapıyorlar. Gerçi kavga ile 3 euromu geri alabildim.
Artık yemek vakti, hemen bir trattoria bulmalıyız. Geleneksel İtalyan yemekleri yapan bir restoran bulalım istiyoruz. Gerçi civardaki bütün restoranlar keyifli duruyor ancak biz That’s Amore‘yi tercih ediyoruz. Yemek sonunda kararımızın doğruluğu ile daha da keyifleniyoruz. Haritaya bakınca İspanyol Merdivenlerinin çok yakın olduğunu görüyoruz ve yürüyüp yediklerimiz yerleşsin diyoruz. İspanyol merdivenleri kış mevsiminde ve hafif ıslak bir hava da çok keyifli değil, ancak görülmeli. Hemen karşısındaki meşhur cadde Via Condotti’yi Mercedes yılbaşı için süslemiş. Caddenin sonuna da kocaman bir çam ağacı yerleştirmiş. Fotoğraf çekmek için ideal.
Ve Roma’da ilk gecemiz şehrin ulaşım kolaylığı ve tahminimden küçük olması sebebi ile listemdeki pek çok noktaya çentik atarak geçmiş oluyor. Yarın öğlene kadar Vatikan’dayız. Şimdi dinlenme zamanı.
Vatikan‘a Termini’den 40 numaralı otobüs ile 15 dakika ya da daha kısa bir sürede ulaşıyoruz. Metro kullanmaktan pek yana değiliz, bu güzelim şehri yerin altından giderek değil daha uzun sürse de göre göre gezmeyi tercih ediyoruz. Vatikan’da Pietro meydanında ihtişamı ile büyük kilise ve mimari açıdan herkesi etkileyen birkaç bina yan yana. Meydana gelmeden önce pek çok turist rehberi durdurup Vatikan müzesini bilet kuyruğuna girmeden gezdirmek için tekliflerde bulunuyor. Biz de açıkçası bu geziyi bir rehber eşliğinde gezelim diyoruz. Biraz da pazarlık yaparak kişi başı bilet dahil 30 Euro’ya anlaşıyoruz. Rehberimiz Happy Travel’dan Danny, komik bir kadın, önce meydanda tarihi bilgiler ile birlikte inanılan çeşitli hikayeleri anlatıyor. Daha sonra da müzeyi onun eşliğinde geziyoruz. Oldukça etkileyici bir müze, ama esas merak ettiğimiz Sistine Şapeli. Roma’da inanılmaz görkemli kiliseler, bazilikalar geziyoruz. İnsanların bu ihtişamlı ve estetik becerileri takdir edilmeyecek gibi değil. Belki de en önemlisi yaratmaktan ziyade yüzyıllardır bunları koruyabilmiş olmaları, bu mentalite, bu görgü, bu bakış açısı. Hep karşılaştırma yapıyoruz bizim ülkemizle. Durumumuz içler acısı…Sonra batıya hayran olunca bir de yargılayan kesimle karşılaşıyoruz. İlkellik başka bir şey değil.
Sistine Şapeli’nde fotoğraf çekmek yasak, yüksek sesle konuşmak yasak. Sadece Michelangelo’nun tehditler üzerine yaptığı resimlere bakıyoruz. Büyülendik yine. Danny sessizce bize bazı hikayeler anlatıyor. 15 dakikamız şapelde geçiyor. Birkaç kaçamak fotoğraf da çekiyorum arada. Sistine şapeli çıkışında hemen solda ahşap görkemli bir kapı var. Danny diyor ki anahtar deliğinden bakın, Vatikan’ın içindeki din görevlilerini göreceksiniz. Gerçekten de öyle meşhur, yakışıklı İsviçre Askerleri, rahibeler geziniyor. Ancak makinem anı yakalama konusunda o dakika başarılı değil, ya da ben. Akılda kalan başka bir bilgi bundan sonraki Papa ya zenci, ya Hintli ya da Güney Amerikalı ya da Afrikalı olacak! Para nereden geliyorsa o bölgenin din görevlisi Papa olacak. Ya Benedict diyoruz? Başka alternatif yoktu, bir de bir evvelki Papa Jean Paul’un en yakın arkadaşıydı o nedenle seçildi. Yarım günü neredeyse doldurmak üzereyiz.
St. Pietro Basilikasını da gezdikten sonra önce Vatikan postahanesine uğrayıp Papa görselli kartpostallardan eşi dostu gülümsetmek adına Türkiye’ye gönderiyoruz. Yürüme mesafesindeki Castel Sant’Angelo’yu da gördükten sonra öğle yemeği molası için kararlaştırdığımız Trastevere bölgesine geçiyoruz. Hafif yağmur var ancak rahatsız etmiyor ve bize engel değil. Trastevere için ise önerim tipik İtalyan dar sokaklarında kaybolun, gözünüze hoş gelen bir restorana oturup, ister makarna, ister pizza söyleyin, 1 kadeh şarap ardından da bir kahve, tamamdır. Yemek sonrası biraz yürüyüp tepede bulunan ve fazla turistik olmayan Fonte Acqua Paola’yı görüyoruz. Roma işte böyle sürprizlerle dolu. Haritada gördüğünüz herhangi bir yere gidin, şaşırın. Kocaman bir çeşme, ama öyle böyle değil. Birkaç fotoğraf çektikten sonra Tiber nehrinde bulunan ve haritada ilgimizi çeken minik adayı görmek istiyoruz. Roma’da taksi bulmak bazen güçleşiyor. Herkes ya motosiklet ya toplu taşıma ya da kendi araçlarında. Bizim İstanbul gibi her yer sarı arabalarla dolu değil. İsola adacığını görseniz de olur görmeseniz de. İçinde çocuk hastanesi var Vatikan’ın koruması altında olan. Çok iyi bir hastaneymiş sadece onu biliyorum.
Bizim bundan sonraki durağımız ve beni Roma’da en çok etkileyen yapılardan biri olan eski Pagan tapınağı, Pantheon. Daracık sokaklar arasında giden taksimiz bir küçük meydana çıkıyor ve işte geldik diyor. Fotoğraflardan anımsadığım Pantheon’un kapısındayız. Yine oldukça görkemli bir bina ancak içi dışından çok çok çok daha görkemli, yüksek ve 43 metrelik taş kubbesi ile zamanında bu nasıl inşa edilmiş düşüncesi ile geçiyor içinde zamanımız. Kubbenin tepesinde bulunan açıklık gök tanrı ile mi alakalı onu araştırmam lazım.
Via Del Corso yakınındaki Rosa&Rosae isimli restoranda Moldovyalı bir garson kızın sempatikliği ile akşam yemeğimizi yeyiyoruz. Yemek sonrası biraz yürüyünce yine kendimizi Aşk Çeşmesi’nde buluyoruz. Roma’da her yol Aşk Çeşmesi’ne çıkıyor. Diledim bu sene aşk bulacak beni.
Roma’daki 3. günümüzde Piazza Del Poppolo civarında yürüyüş, İspanyol merdivenleri civarında sabah şampanyası ve keyfimize göre bir gün ile geçiyor.
Termini istasyonuna gelmeden önce yolumuzun üstündeki St. Maria Basilikası’nı da görmeden olmaz diyoruz ki ne iyi etmişiz. Pantheon’dan sonra beni en çok etkileyen diğer bir yapı oluyor burası. Kesinlikle Roma listesinde olması gerekiyor.
Öğleden sonra yolculuk var. Ortaçağ kenti olan Perugia’ya gidiyoruz.
Hani gelmeden önce kısa bir yazı yazmıştım ya, orada iner inmez internet paketi alırım demiştim. Almadım. Hiç gerek kalmadı oteldeki interneti akşamları kullandım. Günü sadece şehrin keyfini çıkarmakla geçirdim. Roma’da taksiciler çok yardımcı oluyorlar, az İngilizceleri ile ellerinden ne gelirse yapıyorlar. Bize hep çok eğlenceli karakterler düştü, bolca güldük.
Büyüleyici bir şehir burası. Yeniden gelmek için can atıyorum. Bu arada Roma’ya en ucuz uçak biletlerini Skyscanner uçuş arama motorundan fiyatları sorgulayarak bulabilirsiniz.
Sanki okeye çifte gidiyorum. Bu sene pek çok yere 2.kez gitmiş oldum. Öyle denk geldi. Filibe’ye de Nisan ayında gitmiştim yanlış hatırlamıyorsam. Bir de Kasım gezisi gerçekleşti. Bu sefer arabayla, annem, ablam ve ben günübirlik gidip geldik. Bulgar’ın kötü yollarında, 2 saatlik yol bize azap gibi geldi, Filibe’de gördüğümüz güzel Osmanlı semtini unutturacak kadar. İnsan inanamıyor, uluslararası yol, köylerin içinden TIR’lar, Avrupa’ya arabayla gidenler ki yaz aylarında düşünün bizim gurbetçilerin kullandığı yol bu aynı zamanda. Delik deşik, otoban çok kısa bir alanda mevcut. Yapılacakmış güya. Avantasını kapmak üzere konuşlanmış polis araçları. Anlayacağınız pek tatlı bir yol değil. Oysa Yunan öyle mi? Otoban mevcut, sağda solda görülen evler tertemiz, bahçeler imrenilecek gibi. Bulgaristan hala tabi komünizmi hırkasını sırtından atabilmiş değil. Eski püskü getto evleri, boyası dökülmüş, fakirlik kokan apartmanlar, sokaklar. Neyse boş verelim, gözümüze hoş gelen şeylerden bahsedelim.
Filibe’ye varır varmaz internet bağlantımdaki sorun sebebi ile şehir haritasına erişemediğim için, bununla birlikte tabelaların yetersizliği ile şehir merkezini bulabilmek için aynı yerden 4’er defa geçiyoruz. Kaybolma stresi biraz keyfimizi kaçırıyor neyse ki büyük Princess, Dedeman otelini görünce ters yöne girerek otelin otoparkına ulaşıyoruz. Biliyorum ki Filibe çarşısı bu otele çok yakın, yürüme mesafesinde. Nisan ayında gittiğimizde güzel yemek yediğimiz restoranı bulamıyoruz bu sefer ancak Bulgaristan’da bir zincir olan Happy Grill’in şubesini görünce daha evvel Sofya’da yediğimiz yemeği hatırlayarak buraya girelim diyoruz. Yemekler oldukça iyi ve mönü çok kapsamlı, fiyatlar ise çok uygun. 3 kişi adam akıllı yeyip 50 TL bile ödemeden çıkabiliyoruz. Yemek sonrası vakit kaybetmeden old city denilen ve eski Osmanlı konaklarının restore edilmesi ile turistlerin ilgi kaynağı olan semte yürüyoruz. Annem bu binalara bayılıyor. Hepsi şimdi sanat okulu, müze ya da galeri olarak kullanılıyor. Bazısı da otel olmuş durumda. İnsan ne tarafa bakacağını şaşırıyor. Gerçekten güzel. Havanın geç kararacak olması ve bizi korkutan kötü yol sebebi ile Osmanlı konaklarını gezer gezmez arabamıza dönüp Edirne yoluna doğru koyuluyoruz.
Haberiniz olsun Bulgaristan’da halen kendi yerel paraları Leva geçerli. Tamamı ile Euro’ya ne zaman geçecekler bilmiyorum. Yol üstünde Harmanlı’da Lidl süper marketine girip bir de ev alışverişimizi yapıyoruz. Bulgaristan gerçekten ucuz. Özellikle bizdeki marketlerdeki yabancı peynirler vs 1/4 fiyatına alınabiliyor burada. Alışveriş sonrasında hemen tekrar yola koyulup kendimizi Kapıkule’de buluyoruz. Bir daha ne zaman giderim, ya da gider miyim bilemiyorum. Yunan’a seve seve giderim orası kesin….
Filibe Köftesi mi? Onu ne yalan söyleyeyim henüz yemedim.
Evet ben 3. İtalya gezisine bu sefer farklı bir mevsimde hazırlanıyorum. Daha evvel hep Mayıs ayında gittiğim için bavula ne koyacağım derdi pek olmamıştı. Şimdi kış başlamak üzere. Accu Weather yağmur olacak diyor Roma’da. Hatta benim Roma’dan Perugia’ya geçeceğim günlerde hava daha da soğuyacak. Günler de kısa. Of kere offf…
Hazırlanıyorum. 6 ay öncesinden kim öle kim kala demeden Pegasus’un kampanyalı, komik rakamlı uçak biletimi aldım, ödedim. Oteli 1 ay öncesinden yine aman bir aksilik olsa bile diyerek rezervasyonumu Booking.com üzerinden yaptım. İnternette benden önce giden gezen gezginleri okudum. Zaman dar, gezilecek çok yer var. Büyük ihtimalle sığmayacak Roma da Amsterdam ve Paris gibi olacak. 2. tur yapılacak.
Her şey minik not defterimde ve telefonumda kayıtlı. İner inmez 20 Euro’luk Vodafone internet paketi satın alacağım. Şehir içinde gezmek için Roma Pass alma konusunda kararsızım. Orada karar vereceğim. Roma’dan Perugia’ya geçiş için ise aslında bugünden tren biletimi alsam iyi olacak ancak saat konusunda kararsız olduğum için biraz daha bu bekleyebilir. Gerçi süper ekonomik biletler çoktan bitmiş olacak ben alana kadar. Neyse kararsızlığın faturası elbet bir şekilde ödenir. Ha bir de Perugia civarında outlet araştırıyorum. Daha evvel Floransa- Perugia yolundaki The Mall’a gitmiştim. Tüm ünlü moda markalarının %50 -%70 indirimli ürünlerinin satıldığı harika bir outletti, Gucci, Salvatora Ferragamo, Armani, Diesel vb markaların ultra güzel mağazaları. Perugia’ya çok yakın bir outlete de gitmiştim ancak ismini hatırlamıyorum. Orada biraz daha düşük markaların outletleri vardı. Galzedonia, Benetton, Baldinini gibi. Allahtan Perugia’da bir Türk arkadaşımız bize mihmandarlık edecek. Aslında araştırmasam da olur belki. Ne dersiniz?
Ben haftaya gidiyorum. 5-6 gün yokum. Ama ben internetsiz yapamam ve dediğim gibi zaten iner inmez paket alacağım. O nedenle, instagram, twitter, facebook coşacak. Görmeyenin Roma’sı olmuş dedirteceğim eminim.