Bir video beni uzun zamandır gel diye çağırıyordu. Nitekim oldukça spontane bir karar ile uçak biletimi aldım, gitmeye kesin kararlıyım. Hatta Berlin mi Viyana mı diye düşünürken bu gezi Viyana’ya olmalı dedi içimdeki ses vurgulu bir şekilde. Yalnızım gibi görünüyor. Yalnız gitme fikri önce heyecan veriyor sonra bir arkadaş olsa daha da keyifli olur diyerek Ekin‘i de peşime takıyorum. O da sanki bu daveti bekliyormuş gibi gecenin 1’inde, söylediğim andan 20 dakika sonra uçak biletini alıyor. Daha da heyecanlanıyor şimdi bu gezi fikri kafamda. Zaman çok hızlı ilerliyor daha 1 hafta var derken uçakta buluyoruz kendimizi. Pilot anons ediyor “şu anda Viyana’da hissedilen sıcaklık 13 derece!” Biz yangından çıkmış haldeyiz, tamam kuzeye gidiyoruz ancak Temmuz’un ortasında da ne olur olmasın bu kadar soğuk ve yağmur. Hava durumuna daha evvelden ikimiz de bakmıştık ancak nedense çok ciddiye almamışız. Bunu inince daha da iyi idrak ediyoruz. Otelimizi booking.com’da günün fırsatı olarak yakalamıştık ve kişi başı geceliği 28 Euro’ya ederinin çok altında bir rakama konakladık. Hosteller bile daha yüksek kalıyor bu rakamın yanında. Lokasyonu ve odaları muhteşemdi, kesinlikle Viyana’ya gideceklere Arcotel Wimberger tavsiyemiz olur.
Otele eşyalarımızı bırakır bırakmaz 72 saatlik Viyana kartımızı alarak turumuza başlıyoruz. Biz kartı otelden 19,90’a aldık ancak şehir merkezindeki turist info’da aynı kartı 17,90 Euro’ya satın alabilirsiniz. 72 saat boyunca Viyana’daki tüm ulaşım araçlarında geçiyor bu kart ve pek çok müze ve galeride de özel indirim sağlıyor. İlk aldığınızda metroya inerken mavi kutucuklara kartı okutuyorsunuz daha sonra yapmanız gereken herhangi bir şey yok. Tamamen ulaşım güvene dayalı bir sisteme göre işliyor. Herhangi biri size bilet sormuyor. Londra ya da Paris metrosundaki gibi turnikeler yok. Biz elbetteki 72 saatimiz dolduğunda çakallık yapmadan ekstra bir de günlük kart satın aldık, tatilimiz bitene kadar kullanabilmek için. Kontrol olur da yakalanırsanız cezası 100 Euro.
Neyse bence hemen Viyana’da gezmeye başlayalım, faydalı yazının sonunda kısa kısa paylaşacağım.
Hava serin, yağmurlu, biraz ıslandıktan sonra şemsiye satın alıyorum. Ekin de üşüdüğü için bir anorak alıyor. Biz Viyana’ya alışverişe mi geldik diye kendimize ara ara sormuyor değiliz. Elimizde birkaç Viyana şehir kitabı ile kendimize plan yapmaya çalışıyoruz ancak yağmur ve serin hava bizi engelliyor. Hemen ilk müzeye kendimizi atıyoruz. Selçuk Efes’teki kazılardan elde edilen eserlerin Efes ismi ile başlı başına olduğu müze. İçim acıyor, olması gereken yer bizim memleketimiz diyorum. Londra’da da aynı şeyi hissetmiştim. Berlin’i de gördükten sonra Efes kalıntıları ile ilgili eksiğim kalmayacak. Efes müzesinin hemen yanında müzik aletlerine ait müzeyi ve silah müzesini de hızlıca aradan çıkarıp haydi artık meşhur bir Viyana kahvesi içelim diyoruz. Adresimiz belli Havelka! Merkezde olduğumuz için pek çok yer yürüme mesafesinde. Ekin’in müthiş harita okuma becerisi sayesinde kaybolmadan Havelka’ya ulaşıyoruz. Nasıl eski bir yer anlatamam. Dekorasyon anlamında hiçbir yatırım, yenileme yok, bohem bir kafe. Koltuklar sanırım 60 yıllık falan. Bir kahve ve meşhur elmalı turtalarından sipariş ediyoruz. Servis inanılmaz yavaş. Yani gittik mi gittik. Hafızaya kazınan yakışıklı garsonu dışında illa gidilmesi gereken yerlerden biri değil bence. Pek çok güzel kafe var Viyana’da.
Kahve molamızdan sonra ünlü ressamların eserlerini görebileceğimiz yine yürüme mesafesinde olan Albertina sanat galerisine gidiyoruz. Cezanne, Juan Miro, Picasso, Paul Klee, Chagall gibi ressamların eserleri Albertina’da. Viyana’da hemen hemen her müzede bir müze mağazası mevcut. Genel olarak hepsinde benzer ürünler var. Tabi Gustav Klimt‘in 150. yaş günü sebebiyle şehrin her yerinde Klimt ile özdeşleşmiş ürünleri bulabilirsiniz.
Akşam Viyanalı olmuş arkadaşımız Gökalp ile buluşup Aperol’ümüzü içiyoruz. Bu da yapılacaklar listesindeydi, çentik atıp ilk gecemizi bolca dinlenerek tamamlıyoruz. Gökalp biz Viyana’ya gitmeden önce de hava ile ilgili bize detaylı bilgi vermişti ancak güneşli memleketten gelen bu iki çılgın kız bu kadar üşüye bileceklerini hesap edememişti. Ders oldu bize. Kasım’da Roma’ya giderken içlik alacağım kendime.
Gezimizin ikinci gününde meşhur Schönbrunn Sarayına gidiyoruz. Hava biraz daha güzel hatta ara ara güneş açıyor. Bunu kaçırmamamız lazım. Çünkü içeri girince arka bahçeye doğru çıkınca anlıyorum ki burada uzunca vakit geçireceğiz. Muazzam bir bahçe, ucu bucağı görünmeyen. O zamanda Maria Theresia (Marie Antoinette’in annesi, Sisi’nin de kayınvalidesi) bu bahçe ve sarayı yaptırmış. Bahçede çantamızdan piccolomuzu çıkarıp günün keyfini yaşıyoruz. Viyana’da turist çok. Özellikle sarayı gezen kalabalığı gördükçe yine kendi ülkemizi, İstanbul’u düşünüyorum. Bizde yapılacak daha o kadar çok şey var ki.
Bahçeyi gezdikten sonra saray kısmı için aldığımız biletteki içeri giriş saatimiz gelince kapalı alana giriyoruz. Ekin’den Rokoko ve Barok tarzının farklarını öğreniyorum. Bu kadar tarih ve sanat yeter diyorum sonrasında. Yine bahçeye çıkıp güzellikleri keşfetmeye devam ediyoruz.
Öğleden sonra ise şehre karışma ve Birkenstock alışverişi için Mariahilfer Caddesine gidiyoruz. Hemen hemen her marka var bu caddede. Ancak mağazaların çoğu Cumartesi günü 16:00’da kapanıyor. Hızlıca halletmeliyiz işimizi. Bizim yüzümüzden 10 dakika geç kapatan mağazadan fırçamızı da yedikten sonra karnımızın acıktığını hatırlayıp kendimize yer arıyoruz. Bir de nöbetçi eczane bulmalıyız bu arada bir sushici görüp giriyoruz. Ana caddeden biraz uzaklaştığımız için daha çok mahallelinin tercih ettiği lokal bir restoranda oturmanın keyfi başka oluyor. Yağmur sanki bize inat olanca hızı ile devam ediyor. Otele gidip biraz dinlensek iyi olacak. Akşam yemek için yine çıkarız nasıl olsa. Belediye binasının önünde akşamları dev ekranda müzikal gösterimi oluyor, ayrıca pek çok mutfağa ait büfeler de oraya yerleştirilmiş, hem sosyalleşip hem de karnımızı doyurabiliriz.
Viyana’daki üçüncü günümüzde önce Leopold Museum‘u sonra da yazlık saray Belvedere‘yi görüyoruz. Klimt’in meşhur ve resim sanatında bakış açısı değiştirdiği iddia edilen “Öpücük” isimi eseri de bu sarayda sergileniyor. Görmeden olmaz şimdi.
Öğle yemeği için Cafe Prückel‘deyiz, yine eski ve meşhur bir yer daha. Kredi kartı geçmiyor, ahım şahım bir lezzet de yok.
Gökalp ile buluşup eee Tuna nehri nerede diyoruz. Hemen metroya atlayıp Tuna’yı fotoğrafladıktan sonra e bir de Hundertwasserhous vardı o nerede diyoruz. Gökalp sesi çıkmadan bizi oraya da götürüyor. Gaudi tarzında bir mimarın yaptığı apartmanı da fotoğrafladıktan sonra tekrar acıktığımızı fark edip artık şinitzel zamanı diyoruz! FiglMüller yerine biz Plachuttas‘a gidiyoruz. Gerçekten enfesti, hatta canım istedi şimdi.
Klimt seviyorsanız KHM müzesine gitmeyi sakın ihmal etmeyin. 150. yaş günü sebebi ile tavanda ve duvardaki Klimt eserlerini daha iyi görebilmemiz için asma bir merdiven hazırlamışlar. Muazzamdı.
Farkındayım uzun bir yazı oldu ancak müzik, resim, mimari açısından çok dolu bir şehir ve her şeyi de paylaşmak istiyorum. Eksiklerimiz kalmasına rağmen.
Yakın şehirlere trenle gider geliriz diye düşünüyorduk ancak zaman yetmiyor. Son gün Josefstadter caddesinde biraz dolaştıktan sona şarap evleri ile ünlü Grinzing bölgesine gidip daha rahat bir gün geçiriyoruz. Yetişme ya da bunu da görmeliyiz derdi olmadan, daha özgür bir gün hediye ediyoruz kendimize. Kahlenberg tepesine çıkıp Viyana’ya bir de yukarıdan bakıp aslında ne kadar küçük bir kent olduğunu görüyoruz. Tabi İstanbul ile kıyaslıyoruz sürekli. Yine şarap, yine şinitzel, biraz da bira ile günü sonlandırıyoruz. Yetti mi ı-ıh yetmedi. Bir de yağmurlu ve serin olmasaydı nasıl duygular içinde olacaktım kim bilir?
Kuyruksuz’un minik önerileri işinize yarayabilir:
Viyana’ya giderken yanınıza muhakkak mini bir şemsiye alın. Belli olmaz her an yağabilir.
Viyana’dayken, Viyana kart ile ulaşım ve müze girişinizi sağlayın. Müzelerde tüm açıklamalar Almanca sayılabilir. Kulaklık alabilirsiniz bir tek Schönbrunn sarayında Türkçe dil seçeneği var, (Anlatıcı Maria Theresia derken beni anın) diğerlerinin hepsinde İngilizce.
Viyana’da musluk suyu içebilirsiniz. Pet şişenizi herhangi bir musluktan doldurabilirsiniz. Ayrıca duş alırken fark edeceksiniz su yumuşacık. Saçınıza krem sürmeye gerek kalmıyor.
Mozart logolu çikolataları Billa marketlerinden alabilirsiniz. Bizim Migros gibi marketler.
Kozmetik alışverişinizi de DM, Bipa gibi yerlerden yapabilirsiniz. Sadece kozmetik de değil, benim gibi ıvır zıvırı seviyorsanız, yok yaralanma spreyleri, yok saçı grileştiren şampuan, vitamin vs gibi…
Ayrıca otelde kahvaltı almıyorsanız marketlerde ve metro istasyonlarından sandviç alabilirsiniz ki bence en uygunu da bu. Daha ekonomik oluyor hem. Markette sandviçi istediğiniz gibi de yaptırabilirsiniz.
Bana Viyana için 4 gün yetmedi, daha fazla şehri yaşamak isterdim. Konsere gitmek isterdim ancak bu sefer olmadı. Başka zaman kısmet artık.
Leopold Museum’daki kafe çok güzel, kesinlikle bir şeyler yiyip, içilmeli.
Budapeşte, Viyana, Prag turunu alanları, biz Viyaya’ya 4 günü sığdıramazken anlamak mümkün olmayacak. Her şehre en az 4 gün gerekiyor.
Daha fazla fotoğraf için Kuyruksuz’un Facebook sayfasına uğrayabilirsiniz.