En son ne yazdım?

Bir Almanya gezisi daha

Artılar, kuzenim Nesli ile vakit geçirmek, Almanya, doğum günüm o hafta sonu, yılbaşı pazarları.

Eksiler ise, Kasım ayı, soğuk, yağışlı, güneşsiz bir Avrupa, uçak korkum.

Teklif Nesli’den geliyor. İki hafta peş peşe Almanya’da toplantıları var ve o hafta sonu Almanya’da biraz gezelim hem de doğum günün diyor! Evet şahane fikir, düşünmek bile lüzumsuz.

20141128_153401
Frankfurt Havalimanı

Mannheim

Ayrıca artıların fazlalığı heyecan yaratıyor. Frankfurt havalimanında inip, Nesli ile tren istasyonunda buluşuyoruz. ICE ile 25 Euro‘ya yaklaşık yarım saatte Mannheim‘a ulaşıyoruz, zira otelimiz Mannheim’da. İkimiz de ayrı taksilere atlayıp, o toplantısına ben de ömrümde aldığım en güzel hediyelerden biri olan ve bana çok şey öğreten Gülşen Barı’nın kulaklarını çınlatarak Stephan Gawlik’in fotoğraf stüdyosuna gidiyorum.

20141128_204246
Gaensebraten mit Apfelrotkraut

Çok sevgili  Gülşen‘in bana doğum günü hediyesi bir stüdyoda profesyonel fotoğraf çekimi. Müthiş değil mi? Taksi ile stüdyoya ulaştığımda Marry ve Stephan beni karşılıyor. Yoldan geldin biraz dinlen biz de bu arada ıvır zıvır işlerimizi halledelim diyorlar. Saat 17.30’u geçiyor, bir Alman bu kadar rahat davranmaz, oyalanmaz, keyfine bak demez. İşini yapar, dükkanını kapar ve çıkar gider. Masada 3 adet şampanya kadehi ve yanındaki tabakta da bolca donut var, üstlerine mumlar konmuş. Bunlar işte hepsi Gülşen’in planları diyorum. Hayranım ona, zira hayatı insanları mutlu etmek üzere, mükemmel detaylarla geçiyor. Bana da bulaştırmaya başladığı için çok keyifliyim.

20141129_104501
Yılbaşı pazarları ışıl ışıl

Şampanya konuyor, mutlu yaşlara dilekleri akabinde bolca fotoğrafım çekiliyor. Sonra Stephan ile konuşunca annesinin Yunan, babasının Alman olduğunu öğreniyorum, üstüne Yunanistan’ın da kuzeyinden Serez’den, neredeyse akrabayız!

Otelde Nesli ile buluşup akşam yemeği için tavsiyeler doğrultusunda sokaktayız yine.  Önce Keller Wein’a gidiyoruz, ancak rezervasyonumuz olmadığı için oturamıyoruz. Sonra yine başka bir Alman restoranı bulup yerleşiyoruz. İstediğimiz belli, kaz sezonu açılmış, kırmızı lahanalı ve patates topları ile servis edilen “Gaensebraten  mit Apfelrotkraut” sipariş ediyoruz. Hala tadı damağımda, hala arzuluyorum bu yemeği. Harika bir tercih ve yine Gülşen’in kulakları çınlıyor.

Ertesi gün hızlı trenle Strasbourg‘a gidiyoruz ancak onu ayrı bir yazıda belirtmem gerekiyor. O nedenle ben Almanya sınırlarında devam ediyorum şimdi.

Mannheim özeti ne yazayım diye düşünüyorum, bolca Türk’ün yaşadığı, kendimi Almanya’da pek hissedemediğim şehir Mannheim…

Heidelberg

Sabah otelimizden ayrılıp Heidelberg treni öncesinde Mannheim’da açılmış olan Simit Sarayı’na uğruyoruz. Menemen, simit, ince belli bardakta demleme çay, üstüne de sade Türk Kahvesi. Oh missss!

20141130_131620
Heidelberg

Trenle Heidelberg’e ulaşmak çok basit, neredeyse 15 dakika süren bir yolculuk ile oradayız. Hemen şehir merkezine doğru yürüyüp, küçük meydanlarda kurulmuş olan yılbaşı pazarlarına uğruyoruz. Nesli’nin en sevdiği şey “maronen” yani kestane. Hemen bir kese alıp, yiyerek devam ediyoruz. Hedefimizde Heidelberg kalesi var. Yürüyerek, dev sosis ızgaralarına, buz pateni pistinde kayanlara, soğuktan üşümüş, kırmızı yanaklı bebeklere, Pazar günü kapalı olan mağazaların vitrinlerine, güzel evlere baka baka kaleye yaklaşıyoruz. Yorgunluğun tesellisi ise iyi yürüdük, iyi spor yaptık oluyor. Sabırla kalenin bulunduğu tepeye çıktıktan sonra Almanya’nın bu en turistik, tarihi şehrine yukarıdan bakıyoruz. Söylenti şu ki 2. Dünya savaşında Hitler’in zarar görmemesi için özel çaba sarf ettiği şehir Heidelberg. Yani güzel, yani fotoğraflık, yani yeşil mi yeşil, küçük, tarihi… Biz de seviyoruz Heidelberg’i. Ancak günler kısa, yemeği nerede yesek derken, Weinheim’a gidelim, orada bu işi halledelim diyoruz.

20141130_133625
Heidelberg

Weinheim

Yaklaşık 25 dakikalık bir tren yolculuğu ile Heidelberg’ten Weinheim’a ulaşıyoruz. Burası klasik bir Alman kasabası olmakla birlikte, ara sokaklarına daldığımızda evet Hansel ve Gretel burada yaşamış olabilir dedirten evleri gördüğümüz, uzaktan bakınca bunlar pasta mı dedirten binaları hayranlıkla izlediğimiz bir yer burası. Tepede bir park var deniyor. Schloss Park. İşte bütün bu sıkıcı Almanlar pazar günlerini, aileleri ile, çocukları ile bu parkta geçiriyor. Ben onları seviyorum, eskiden beri. Baharda ya da karlı bir havada kim bilir nasıl güzeldir diye hayal ediyorum.

20141130_153157
Weinheim

Parkta biraz yürüdükten sonra, günler kısa, karnımız aç, Weinheim meydanda bulunan restoranlardan hangisine otursak diye bakarken ikimiz de Cafe Florian‘ı görünce, başka alternatifimiz olamaz diyerek ev yapımı Flammekuchen ve nefis bir beyaz şarap sipariş ediyoruz. Aslında Fransa’dan Almanya’nın bu bölgesine kadar biraz daha ılıman iklime sahip olan şehirlerin hepsi şarap ile anılıyor. Almanya’nın meşhur şarabı Riesling mesela. Fransa’da bir de Colmar var görülmesi gereken, benim de listemde olan. Başka sefere artık. Basel’den Speyer’e kadar şarap yolu…

20141130_161117
Cafe Florian, Flammekuchen

Strasbourg ve yılbaşı marketleri bir sonraki yazı olacak.

[youtube width=”525″ height=”444″]https://www.youtube.com/watch?v=itjtIr4F224[/youtube]

Yunan kasabaları; Sofulu, Dimetoka, Dedeağaç

Buralar biraz daha memleket. Biraz daha biz, biraz daha babam.

Bosna’ya gidince de buralar anam demiştim.

Ama Sofulu‘nun yaşamımızdaki yeri çok başka.

Köydeyiz, yaşım 7 olmamıştır daha. Evin balkonundan önümüzde Meriç ovası, set boyu ve nehri saklayan yüksek ağaçlar. O ağaçların arkasında bir kasaba. Hava temiz olduğunda çan sesini bizim eve kadar getiren bir rüzgar.

20141101_105529
Sofulu İpek Müzesi

Babamla oyun oynuyoruz. O ağaçların ardından görünen incecik bir yol var ve  babam onun otoban olduğunu söylüyor. TIR’lar sağa ya da sola doğru hızlıca geçiyor. Oyunumuz şu, içimizden sırayla bir dilek tutup, bir sonraki TIR’ın ağaçların arasındaki o yoldan sol taraftan mı sağ taraftan mı geçeceği. Sağ deyip sağdan geçerse dileğin olacak. Geçmezse olmayacak. Basit, eğlenceli, kaybedeceğim bir şey yok, hatta oyundan 10 dakika sonra unutacağım bile. Ama kazandığım çok, babamla geçirdiğim keyifli vakitler bu yaşıma kadar hatıramda capcanlı.

Onu kaybedeli 40 gün kadar olmuş. Annemin çocukluk arkadaşları İstanbul’dan baş sağlığına geliyorlar. Ben de bu tatlı kadınları ve babama olan özlemi ile savaşan annemi, yasını biraz olsun unutması, kendini biraz iyi hissetmesi amacıyla “haydi kızlar sizi Yunan’a götüreyim” diyorum. Hepsi yeşil pasaport. Arabamda yeşil sigortam var ve hızlıca Pazarkule’den geçip Yunan sınırında, Meriç’e paralel ilerliyoruz. Amacım önce Sofulu, ardından da Dedeağaç’a gidip yemek yemek ,akşam da Edirne’ye geri dönmek.

Sofulu’ya bu 3. gidişim. Ama babamdan sonra gidince hep daha buruk, hep daha içim yanar şekilde.

20141101_105843
Sofulu’dan bizim tarafa bakış

Babam hayattayken anlatıyordu. Çocukken Meriç nehrinden karşıya geçtiklerini, orada bir eve oturmaya, misafirliğe gittiklerini ve o evde çok güzel keman çalan bir kız olduğunu hatırlıyordu ve özlemle anımsıyordu. Sonra da “ulen İrem bir keman çalamadın” diye bana sataşarak sohbeti bitiriyordu. Bunu kim bilir kaç kez anlatmıştır, aynı tonda, aynı bitiş ile. Olsun onun çok kez anlattığı hikayeleri ben her seferinde ilk kez duyuyormuş gibi dinlerdim. İşte öyleydi bizimkisi…

20141101_104556
Sofulu

Sofulu’da annem ve arkadaşlarını önce kilisenin yanındaki ipek müzesine, ardından da kasabanın merkezindeki kahvelerden birine götürüyorum. Yunan işte, keyfi esirgemiyorlar hiç kimseden.

Küçük, derli toplu, tertemiz bir kasaba Sofulu. Arada Türkçe bilen yaşlılara denk geliyoruz ya da plakadan anlayıp el sallayan, selam veren teyzelere. Ne de olsa bizim köyler 1 kilometreden de yakın Yunan’a.

Yolumuz devam ediyor Dedeağaç‘a kadar. Ancak günler kısa, vakit bizden hızlı yine. Yemeğimizi Nisiotikoda yeyip geri dönebiliriz şehre. Dönüşte spontane bir kararla bir de Dimetoka‘ya girelim diyoruz. İsmi hafızamda sanki çok bilindik gibi. Bir şeyi mi ünlüydü, neydi diye düşünüyorum. O arada Turkcell çekiyor ve hemen internetten araştırıyorum. Tarih kitaplarında bolca okumuşuz oysa Dimetoka’yı. Hatırlıyoruz bir bir. Osmanlı için önemli kentlerden biri olduğu zaten eski mahallelerinde bulunan, bize benzeyen o harika evlerden anlaşılıyor. Tepede bir kale, etrafında dar sokaklar içine serpiştirilmiş Osmanlı mimarisi. Yıldırım Bayazıd‘ın doğum yeri olduğundan şehirde büyük bir caminin ismi de Yıldırım Bayazıd. Dimetoka’nın Osmanlı’ya Edirne’den önce başkentlik yaptığı söylenebilir deniyor pek çok kaynakta.

20141101_105836Yine aklıma geliyor babamla yatakta uzanmışız, Osmanlı’nın padişahlarını sırası ile saymaya çalışıyoruz. O tarihe olan düşkünlüğü ile ansiklopedi tadında, ben ise kayıp balık Nemo gibi bir hafıza ile yine yeniliyorum ona.

Bu yazıyı yazdığım gün, bugün 52’si. Zaman böyle işte, geçiyor gidiyor özlemle.

Barselona, Barselona…

Müzik çalsın arkada. Vicky, Christina, Barcelona filmini izliyormuş gibi Barselona. Barcelona is not Spain de ara ara yankılansın kulakta.

Oteli Müge ayarlıyor, hiç detayla ilgilenmiyorum ve hiç de çalışmıyorum dersime. Oysa benden önce neredeyse tüm arkadaşlarım gitmiş gibi tavsiye yağmuru yağıyor üstüme.

_DSC9499

Oysa ben biraz keyfini çıkarmak, her zamanki gibi kendi keşiflerimle doldurmak istiyorum anılarımı.

Nitekim öyle olma yolunda ilerlesek de üniversiteden arkadaşım Serdar, Barselona’da yaşıyor ve yıllar sonra orada buluşuyoruz. E bir de Paolo var, İtalyan ve 9 yıldır Barselona’da. İstediğimiz sokaklara yine de özgürce dalıyoruz ancak iyi restoranlar, doğru adresler hep bu iki lokal insandan geliyor.

Hiç müze gezmedim. Utanmıyorum da bunu yazmaktan. Çünkü müzelik bir psikolojide değilim, derdim iyi yemek ve iyi içmek, ferahlamak bir kelebek gibi.

Odamız El Born’da.  Anlıyoruz ki müthiş bir lokasyon. Gürültülü olsa da.

20141023_171319

Park Güell tepede, Sagrade Familia ihtişamlı ancak çok uzun kuyruklu. Her yer turistli.

T10 bileti alıyoruz, 10 kullanımlık 10.30 Euro’ya. 6 kez falan kullanmışızdır. Günde en az 10 km yürüyerek kendi biletimizi kendimiz kesmiş oluyoruz.

La Rambla, Barri Gotic, El Born, Passage De Gracia (Nişantaşı gibi okuyalım bu ismi), Barceloneta, Raval gezip gördüklerimiz. Sagra De Familia, Park Güell ve Gaudi’nin şehir içindeki diğer eserlerine çok dokunmadan, şehrin diğer sokaklarına olan ilgimizi artırdık.

20141023_093447

Raval’ı çok methettiler ancak bana hitap etmedi. Trendy ve hippi, alternatif dediler, ben orada huzursuz, güvensiz hissettim kendimi.

El Born’a bayıldım. Barceloneta’da Jai Ca’da ilk Tapas’ımızı yedik. Sahilde spor yapanları kıskandık. Aperol modasına biz de uyduk. Denize girmeye vakit bulamadık. Paella telaffuzunu paeyya olarak öğrendik. Motor kiraladık, eğlendik, eğlendik. 9 Kasım’da Catalunya ile ilgili çok mühim bir seçim olduğunu öğrendik ki tüm evlerde fanatikçe asılmış bayraklar pek çok fotoğrafımıza fon oldu.

20141023_221818

İspanyol erkeklerine aşık olamadık.  Tapas’ı ilk adreste sevemedik ama ikinci rastlantı olarak bulduğumuz adreste bayıldık… Cuines de Santa Caterina.

Harika bir İtalyan restoran keşfettik. Aslında keşfetmedik, Paolo bizi götürdü biz sadece aç kurtlar gibi yedik. İsmi “Il Mercante Di Venezia”. Casse Jose Anselmo Clave, 11 numarada. Küçük bir giriş, bol perdeli bir dekorasyonu var.

Paella için Sant Marti sahilinde Xiringuito Escriba’yı önerebilirim.

Barselona yaşamını sevdik, aşık olduk, daha fazla kalıp, yaşamak istedik, bir daha kesin geliriz dedik.

20141026_093755

İstanbul gibi 7/24 yaşayan bir şehir, daha özgür, daha sıcak. Hele ki bir de şehrin içinden caddeler arasında dolaşıp plaja ulaşma şansı varsa her yeri unutup, buraya yerleşilir dostum!

Yapılacak belki de yüzlerce şey vardı ancak başta da dediğim gibi rüzgarın bizi attığı şekilde sadece ruhumuza iyi gelenleri yaptık. Bir sürü öneri aldık “Aaa oraya gitmeden dönmeyin,  aaa şunu yemeden gelmeyin”,  işte canım benim biz yapmadık hiçbirini. Özür dilerim, bir de “amma gezdin haa” diyenlere de alınmadık, içimizden keşke sen de bizim gibi organize etsen, gezsen biz de senin adına çok mutlu olsak.

Toplamda 5 gün konaklama, uçak ve her türlü harcama dahil ki içinde 2 adet lüks yemek, tayt, pijama, kazak dahil 1.500 TL harcadım. Önceden para birikirse bunu yapmak hiç de uzak değil. Önümüzdeki bahar ve yazın biletleri satışta. 300 TL’ye bir sürü yere bilet var, haydi durma kap biletini uç gönlünce. Slogan gibi oldu.

Bu da videosu. Videonun GoPro’lusu da gelecek. Kesme biçme işlemleri bitince…

Ekim’de Bodrum!

Nefis bir fikirmiş. Hep Temmuz, Ağustos’ta sıcağını ve kalabalığını çektiğimiz Bodrum aslında öyle tatlıymış, öyle sıcakmış ve öyle samimiymiş ki erken emeklilik düşünecek kadarmış.

20141011_234949

Özel bir organizasyon için, iş için diyelim, hayatımın en kötü günlerine mola verip, bunaltmayan Ekim sıcağında Bodrum’dayım. Toplam 5 günüm var, muhteşem bir otel olan Manastır’da havuza ve Bodrum kalesine açılan oda kapım ile keyfim o biçim. Tarif etmem güç. İçimin yanmasını engellemese de buna şükür, çok şükür dedirten anlar bunlar.

Ne işi mi bu? Gülşen ve Anita’nın 60. Yaş doğum günleri için bir grup Alman ile birlikte Bodrum’dayım. Misafirlerimizin hemen hemen hepsi Almanya’dan geliyorlar ve onlar gelmeden önce kişiye özel hazırladığımız hediyeleri odalarına yerleşecek. Tatlı bir telaş var elbette ancak Gülşen gibi keyfine düşkün biri ile bu telaş bile inanılmaz heyecanlı. Rose şarabımızı söylemiş, ben Alf’e, Anita’ya, Elke’ye, Gabi’ye, Nur’a, Ria’ya, Doris’e  ve diğer tüm güzel insanlara hediyelerini hazırlıyorum.

DCIM100GOPROAkşam üzeri karşılama ve hangisi kimdi ezberleme süreci. Hepsi bizim tabirimizle lokum gibi insanlar.

İlk gün Bodrum’un güzel havasına adaptasyon ile geçiyor ve ikinci günde, Turgutreis pazarı, enfes Türk yemekleri ile misafirlerimizi mest ediyoruz. Dani ve Olaf her daim şarkı söylüyor, her daim içiliyor, her daim keyif yerinde.

20141013_182847

Esas olay elbette ki doğum günü partisi ve gerçekleştireceğimiz mutfağı ile bizleri şaşırtan Su Restoran. 120 balon uçuruyoruz havaya, iyi dileklerle. Kostümlerimiz, eğlencemiz gırla. Hatta öyle ki restoranın diğer misafirleri de bizlere eşlik etmekten kendilerini alamıyorlar.

Parti sonrası gece bitmiyor otelde eğlence devam ediyor ama uyku aşığı ben odama kaçıyorum. Her günümüz dolu! Bir gün Gümüşlük, Bodrum için, benim katılmadığım bir gün Efes, Meryem Ana, Şirince gezisi, tekne gezisi derken 5. Günün sonuna ve ayrılık vaktine geliyor.

Yine harika insanlar tanıdığım, harika bir tecrübe oluyor benim için. İş için gittiğim Ekim Bodrum’u bana neşe, keyif ve yeni dostlar kazandırıyor.

20141011_193809Yeniden özetlemek gerekirse, Ekim’de Bodrum az kalabalık, güzel bir sıcak, akşamları tatlı esen ama üşütmeyen rüzgar. Deniz günden daha sıcak. Pırıl ve cümbüşsüz. Bana ait gibi. GoProm ile aşk yaşıyorum, yaz başında aldığım şnorkeli ara ara öpmek istiyorum sevgiden.

Sırada aşk var…

Özel birkaç öneri, Bitez’de Büber’de harika mezeler ve Edirne ciğeri var. Bodrum merkez Sünger’de fesleğenli ızgara kalamar on numara. Otel olarak mı Manastır der çekilirim.

Kahraman Babam…

Yaşım küçük, Yunanistan Türkiye sınırında set üzerinden Edeköy’den Nasuhbey’e babaanneme doğru gidiyoruz. Hemen hemen her gün. Ablam önde oturuyor, ben arkada iki koltuk arasında ayakta. Babam o zamanlar sigara içiyor, hava da sıcak, terlemiş. Ter kokusuna sigara kokusu karışmış. Buram buram babam kokuyor. Ve biz şarkı söylüyoruz hep birlikte. [youtube]http://www.youtube.com/watch?v=ZFrNh0Ckn8s[/youtube]

Sene 85, Edirne merkeze yeni taşınmışız, mutsuzum. Köye geri dönmek için ağlıyorum. Benimle yeni hayatıma alışmam gerektiğine dair bir konuşma yapıyor. Burada da bir zaman sonra mutlu olabileceğimi, bolca arkadaş edineceğimi anlatıyor. Nitekim öyle de oluyor.

1986’da Turgut Özal sigarayı bırakma kampanyası başlatıyor. O zaman tabi püfür püfür içiyor bizimki. Tek seferde, tek bir cümle ile bırakıyor sigarayı, bir daha elini sürmeksizin. İrade nedir ondan öğreniyorum.

Ara ara şahane sözleri oluyor, hafızamda duruyor yıllarca. Onlardan biri burada: “tutkuların öne çıkınca aklın çalışmaz” diyor. Kendisi gibi benim de ne kadar tutkulu bir insan olduğumu biliyor. Aklımın her çalışmadığında da çok duygusalsın diye hayıflanıyor. Ne yapalım ben böyleyim!

İlk bisikletimi o alıyor, lisedeyim. Edirne’nin farklı semtlerinde karşısına çıkıyorum. Akşam evde fırçayı yiyorum “Kuyruksuz Uçurtma mısın sen? Ne arıyordun oralarda?” diye. Evet tam adını koyduğun gibi ben bir Kuyruksuz Uçurtma’yım.

Araba kullanmayı geç öğrendiğim için kızıyor bana, ona göre onun kızı binip gitmeliymiş. Olmadı işte öyle, biraz uğraştırdım seni baba. Olsun ama birlikte yine bolca zaman geçirmiş olduk böylece.

Dil için İngiltere’ye gideceğim diyorum, neden kendi başına öğrenemiyorsun diyor. Ne kadar mantıksız bir istek diyor, kanser teşhisinin kısa bir süre sonra konacağını hissetmiş gibi. İyi ki de gitmiyorum.

Beni tüm sanayi, tamir, araba muayeneleri gibi her türlü erkek işlerine koşturuyor. Evdeki tüm tamiratlarda beni başrole koyuyor. Şimdi anlıyorum hepsini kasıtlı yapmış. Anneme ve ablama destek olmam için beni hazırlamış hep. Cenazede anladık bunu. Her işi koşarak yaptım, ailemiz adına.

İstanbul’da bir sabah işe giderken arabanın uzaktan kumandası kapıları açmıyor. Meğer akü bitmiş. Hemen babamı arıyorum. İşte kapı açılmıyor, şu olmuyor, bu olmuyor ne yapacağım ben şimdi diye. Son derece cool bir şekilde ara servisi gelsin diyor, halletsin sen de bir akıl parası ver. Ben sanıyorum ki ah ah vah vah diyecek, kızacak. Akıl parasını ilk defa o zaman, ondan duyuyorum.  Farlar tüm gece açık kalınca, akü bitmiş, servise verdiğim akıl parası ile şimdi arabadan her inişimde her yeri kontrol ediyorum.

Ne akıllıydın be Nasuh! Herkes senin zekana, öngörüne ve duruşuna hayrandı. Her yaştan arkadaşın vardı. Hastanede geçirdiğimiz o yıllar boyunca herkesle olan iletişimine aşık oldum. Kemoterapi ünitesine girdiğimiz an ışığınla aydınlatıyordun salonu. Hemşireler bile başka bakıyordu sana. Mutfağa girmediğin halde yemek tarifi bile veriyordun onlara. Ne adamdın be babam!

Hiç kimseyi getiremedim sana, baba bu benim erkek arkadaşım diye. Biriyle tanıştırırım diye düşünmüştüm ama sen onu da anlamıştın, olmayacağını, yürümeyeceğini. İstemedin.

Bana kapasiteni en iyi ben biliyorum, neler yapıp yapamayacağını diyorsun. Ama ben babayım, bazı şeyleri görmezden gelmek durumundayım diyorsun.

Hep çok samimiydik, tuhaf bir telepati halindeydik. Aramızdaki bu bağ bambaşkaydı.  Felsefik gelişimimi çok beğendiğini söyledin yakınlarda bana, ablam için ağrı kesicim, benim için ise antidepresanım diyordun. Çok ince esprilerinle bizi güldürüyordun. Sataşma konusunda üstüne yoktu.

Çok tatlıydın be babam, evliya gibiydin… Son nefesine kadar bilincin yerindeydi. Yok böyle ölüm. Giderken gücünü bıraktın bize.

Ben ne yapacağım şimdi diye düşünmüyorum. Vasiyetini yerine getireceğim.

Dünya insanı olmaya devam edeceğim.

Paramı mayalandıracağım.

Egoist insanlardan uzak duracağım.

Ara ara aklıma geldikçe güncelleyeceğim bu yazıyı. Bugünlük bu kadar canım babam.

Çeşme hakkında birkaç şey

2 gün 1 gece için İstanbul trafiğinde, iptal olan İDO seferi sebebi ile Topçular’a ulaşmaya çalışıyoruz. Yarın sabah erkenden İzmir’de olmalı, Babylon Soundgarden Festival‘i baştan sona yaşamalı. Arada da denizin, güneşin, Çeşme’nin tadı çıkmalı. Yeterse tabi.

Bu sene her şey tadımlık bende. Tadımlık bir sürü Yunan adası, tadımlık Bodrum ve şimdi de tadımlık Çeşme. Çok değil Temmuz ayında yine Çeşme’yi tatmaya, tatmak denmez belki koklamaya gelmiştim. Yarım günlük bir deniz keyfi ve akabinde sırtımı dönüp Yunan’a koyulmuştum.

IMG_20140830_094902Tüm gece yapılan yol, yorgun, serseme dönmüş bir vücut. Gün 30 Ağustos, biz İzmir Alsancak’tayız. Pasaport iskelesine doğru yürürken, sabahın erken saatlerinde şehirdeki bayram telaşına tanık oluyoruz. Kahvaltının ardından seyyar satıcıdan aldığımız bayrağımız ile biz de o coşkuya ortak oluyor. Ben mi çok duygusalım diye soruyorum kendime. Hep gözlerim doluyor böyle günlerde. Şimdiki çocuklar bir şey anlamıyorlar, o günleri bizim okuduğumuz tonda okumadıklarından…

Biz bayram heyecanımızı iş sebebi ile yarım bırakıp Çeşme’ye doğru hareket ediyoruz. İstikamet Aya Yorgi koyunda bulunan Babylon Plajı. Bu koydaki en güzel tesis bence. Daha evvel Sole & Mare’ye gitmiştim ancak pek benim tarzım olmadığında Babylon müziği ile işletmesi ile benim gözümde daha farklı.

Plaj oldukça kalabalık ve hem denize, hem konserleri, DJ performanslarını izlemek, eğlenmek, hatta geceyi orada geçirme amaçlı gelen insanlarla dolu. Herkes keyifli. Bir ben yorgun, kıvrılsam bir yerlerde ı-ıh, otele gidip uyusam, o da ı-ıh. Allahtan bolca arkadaşım var etrafta, kimi ile sohbet, kimi ile deniz keyfi derken saatler ilerliyor. Gece Soundgarden Festivali gümbür gümbür eğlendiriyor. İnanılmaz iyi çalan DJ’ler ışık gösterisi derken 12’den önce arabam bal kabağına dönmeden kendimi otele atıp, baygın halde uyuya kalıyorum.

20140830_225621Çeşme için araba şart, hoş Bodrum için de araba şart. Plajlara gidip gelirken, Alaçatı tarafına giderken hep araç gerekiyor. Hoş trafik, ışıklar ve çift yol ve dönüş azlığı sebebi ile pek çok kez turlayıp duruyor insan. Pazar sabahı, ikinci günümüzde kahvaltı için Sedir yerine Alaçatı sörf okullarının orada bulunan “Surf Garden Cafe”ye  meşhur serpme köy kahvaltısını yemek için oturuyoruz. Gerçekten güzel bir kahvaltı ile güne başlamak inanılmaz motive ediyor insanı. Ardından yine Çeşme’nin en sakin ve yaş ortalaması diğerlerine göre biraz daha yüksek olan Kum Beach akşam üzerine kadar vakit geçireceğimiz adres oluyor. Akşam yine yol var bize! Bu arada rituellerden biri olan  Kumrucu Hüseyin ziyareti de gerçekleşiyor. Az zamana çok şey sıkıştırıp, biraz meşakkatli bir yolculuk ile sabah 5 gibi evimizde olabiliyoruz.

[youtube]http://www.youtube.com/watch?v=QWb6sR_w3yY[/youtube]

İzmirliler çok şanslısınız…

Yetti mi? Yine yetmedi.  Bu son deniz miydi? Sanmıyorum, ummuyorum.

20140831_111738
Surf Garden Cafe

Ne? Çılgınlıklar adası Mikonos mu?

Ne yalan söyleyeyim ben bir çılgınlığını görmedim.

Abartıldığı gibi değil, çok içince, herkes yeterince çılgın olabiliyor, nerede olduğunuzun önemi yok. Ama Mikonos’un adı çıkmış bir kere. İyi bir pazarlama stratejisi ile Avrupa’nın son yıllarda da biz Türklerin en çok seyahat ettiği, etmek istediği ada Mikonos. Çorak, kurak, taşlık bir ada, ağaç görseniz sevinçten ağlarsınız. Haksızlık mı ediyorum?

20140711_184215

Elbette güzel yanları da var, mesela mı?

  1. Mikonos’ta Elia plajı civarındaki oteller, plaj da nefis. Sakin, dinlenmek için ideal.
  2. Adada taksinin az olduğunu unutmamak lazım, zira Mikonos şehir merkezindeki taksi durağında saatlerce kuyruk beklenebilir.  O nedenle plaj plaj gezmek istenir, insanın kanı kaynar Mikonos’ta, araba, motor, atv  tekeri dönen, ayağı yerden kesen her şey mubahtır.
  3. Merkezde Little Venice’in dar ara sokakları, restoranlar, barlar, butikler… Hepsi görülmeye, ara sokaklarda kaybolmaya değer.
  4. Hora tepesindeki yel değirmeleri fotoğraf çekmek için ideal, ideal olmasa da gidilmesi, yapılması gereken bir Mikonos aktivitesi.
  5. En meşhur barı Caprice, Little Venice’in denize bakan tarafında, martini dry’ınızı yudumlarken sahile vuran dalgalar üstünüzü ıslatabilir. Ancak bu keyfe değer, 2. Martinden sonra daha da ıslanmak isteyebilirsiniz.
  6. Mikonos’ta ne mi yenir? Bolca deniz mahsulü. Mezeler, uzolar, her gece doyulmaz tadına.
  7. Akıldan çıkmaması gereken tek şey, Yunan adaları arasında en pahalısı olduğu. En popüleri olduğunu için göreceğiniz, güzel kadınlar, güzel erkekler, müthiş yatlar, tekneler, cruise’ler var dünyanın her yerinden gelen turistler…
  8. Mikonos plajlarında, çılgın akşam üstü partileri ile birlikte sakin geçirebileceğiniz  pek çok plaj da mevcut.
  9. Psarou, Paradise, Super Paradise plajları partiler için adreslerimiz. Namnos da restoran ve plaj olarak tercih edilebilir.
  10. Biraz da başka bilgi ver derseniz Mikonos Kiklad ada grubundan.  Adada diğer civardaki adalara ve ana kara Yunanistan’a feribot, deniz otobüsü mevcut.  Enerjisi ve kalabalık olması ile en çekici adalardan biri Mikonos.
  11. Günahlar adası, gay adası söylemlerine çok kulak asmayın, eğlenmenize bakın.20140711_183825

Benim bu ikinci Mikonos seyahatim, ilkinde 4 kız gerçekten çılgınlar gibi eğlenmiştik. Ama adayla değil birbirimizle.

Bu gidişim ise koca bir haftayı kapsayan gemi seyahati ile gerçekleşti. Louis Cristal ile Mikonos’ta akşam üstü günü bitirdik, geceyi hoşladık. Gece yarısı ise memleketimize doğru yola çıktık…

Santorini’de gün batımı

İos’ta deniz, üstüne kalamar ızgara, bol sarımsaklı süzme yoğurttan yapılmış cacık ile karnımız tok, sırtımız pek, vücudumuz keyifli olarak gemimize geri dönüyoruz. İstikamet İos‘tan siluet olarak görünen Santorini adası.

Daha evvel gittiğimde gün batımını kaçırmıştım şimdi eksiği tamamlayıp yaşam listeme bir çentik atacağım.

20140710_184732Cruise ile olduğumuz için gemimiz Kaldera koyuna demirledikten sonra diğer limana botlarla gidip bizi bekleyen otobüsümüze biniyoruz. Ancak o ne kalabalık öyle, sırayla, kıvrıla kıvrıla yukarı çıkan otobüsler, Nişantaşı akşam trafiğini aratmayan bir yoğunluk. Otobüste geçen zamana üzülüyorum o an. Oysa geçmiş deneyimimi düşününce Fira köyüne teleferikle çıkıp, sabahın köründe kiraladığımız ATV’lerimizle tüm adayı turlamıştık. Şimdi el mecbur, trafikteyiz. Binlerce turist var adada, koyda demirli en az 5 adet cruise gemisi. Hepsinin en az 1.500 kişilik olduğu düşünülürse, üstüne bir de adada konaklayan turistler derken kalabalık daha anlamlı hale geliyor. Bir de Oia köyüne gitmek için trafiği değiştirmişler, adanın güneyinden gidip, kuzeyinden geri dönülüyor. Neticede öyle ya da böyle varılıyor Oia köyüne, hemen serbest zaman başlıyor ve yeniden buluşma saatine kadar ancak biraz dolaşıp, fotoğraf çekip, boş bulabileceğimiz! bir kafe ya da restoranda vakit geçirebileceğiz.

Koleksiyonumda bolca Santorini magneti var, lav taşından elde edilen kolyelerden de var.Bu demek oluyor ki alışveriş ile vakit kaybetmeyeceğim.20140710_174553

Kalabalık gerçekten beni şaşırtıyor. Çok hoşlandığımı söyleyemeyeceğim. Ne yürümek, ne bir yerde oturabilmek, ne de istediğin kareyi yakalamak mümkün. Zaman gibi bir baskı da var ruhumuzda. Bu sefer beni şaşırtan hafif gülümseten yeni bir bilgi oluyor. Çok fazla uzak doğulu gelin ve damat görüyoruz Santorini’de. Öğreniyoruz ki şu an bu çok popüler bir eylemmiş! Gelin ve damat fotoğrafları için herhalde dünyanın en güzel platolarından biridir Santorini.

20140710_194112Emre, Nur, Çiğdem, Ömer ve ben ara sokaklarda birbirimizi kaybetmeden birkaç da fotoğraf çekerek kendimizi manzarası olan İngiliz bir ailenin işlettiği kafeye atıyoruz. Bir şeyler yiyip içtikten sonra zaten zaman bizi yakalıyor ve otobüsümüze doğru harekete geçiyoruz. Geri kalan zamanımızı da gemiden önce Fira’da geçireceğiz. 20140710_203807

Teleferik ile aşağı inip, botlarla yine gemimize döneceğiz. Gün batımı tam olarak nerede olacak diye hesap ediyorum. Biz gemide iken gün kaybolacak denizin içinde. Biraz teleferik kuyruğunda bekledikten sonra her yeri Türklerin, bizlerin işgal ettiğinin dedikodusunu yaparak gemimize geri dönüyoruz.

Aynen gün batımı gemide!

Geçmişten aklımda kalanlar ise, Kamari Beach, Kara, kırmızı ve beyaz plajlar…Uzun kalınırsa deniz tatlı gelebilir.

Bayramda Bodrum denemesi

Olmadı, olamadı, yetmedi, yetmezdi.

Neydi o kalabalık öyle? Neydi öncesinde yaşadığım telaş?

Uçaklarda yer olmaz, olsa da fahiş fiyatlıdır. Kiralık araba bulunmaz, topu topu 2 güncük kalacağım, pek çok firma 2 gün için kiralamam der. Bayram tatili ya, mecbursun bana ben ne istersem o olur der. Telaş, stres, gitmezsem olmaz, düğün var. Misyon var.

DCIM100GOPRO
Fenerbahçeli futbolcu Diego Ribas ile 🙂

Neyse neticede millerle alınan bir uçak bileti, hem de mis gibi erken saatte. Yeni kurulmuş, Anadolu Holding’e bağlı olduğunu sonradan öğrendiğim Garenta‘dan oldukça uygun fiyata hem de sıfır kilometrede olan bir araç kiralama keyfi.

Sorunlar halloldu, Bodrum’a inildi, yeni kokusu içinde arabaya yerleşildi. İstikamet, akşam saatlerine kadar olan boş vaktimi doldurmak için Yalıkavak Küdür Mevkii‘nde bulunan Xuma Beach. Bodrum deyince zaten benim aklıma başka bir yer gelmiyor. Yıllardır Bodrum’daki adresim aynı. Türkbükü, Gölköy falan bana hitap etmiyor, belki balık yemeğe Gümüşlük ama onun da geçmiş yıllardaki güzelliğini tercih ederim.

Ancak o da ne, Xuma Beach’in kapısı araç dolu, içeri girmek için ise sıra uzamış gidiyor. Neyse ki İzzet abi beni fark edip, gel bakalım sana güzel bir yer ayarlayalım bir de kahve içip laflayalım diyor. Xuma ile tanışıklığım çok eskiye dayanıyor. Bir zamanlar akraba bile sayılırdık iş sebebi ile. Bodrum’un en güzel plajı, en sakin denizi, en güzel müziği ile hep farklı Xuma. Kahve faslımızdan sonra zar zor bana kadar olan bir güneşlenme alanı buluyoruz ve akşam saatine kadar güneşin, denizin keyfi çıkıyor. Akşam Yalıkavak ve ertesi gün bizim keyifli düğüne kadar yine Xuma.

ireknmödncmözdgfhgfhfg
Düğünümüz gelinimizin evinin bahçesinde bohem bir konseptle, Balkan orkestrası eşliğinde, Bodrum yerel düğün yemekleri ile geçiyor. Herkes hayatından pek memnun.

Ertesi sabah erkenden yine uçağıma yetişme, arabayı teslim etme ve akabinde İstanbul- otogar- Edirne yolculuğu.

Kısaydı, yetmedi, denize doyamadım. Sağlık olsun…

velhas no cio indianpornvideos.mobi fotos de novinhas dando
fotos de rola e buceta 2beeg.mobi gostosa sendo estuprada
sexo com a tia brasileira dirtyindianporn.info pauzão gostoso
vídeo da grazi massafera pornolaba.mobi travekos
contos eroticos ao vivo tubepatrol.sex xxx vídeos
fudendo a gordinha gostosa chuporn.net sexoline
furracao porno arabysexy.mobi gozadas na siririca
pica gigantesca freejavporn.mobi ponor grátis
peitinho de novinha hotmoza.tv gostosas fumando
porno brutal estupro ufym.info porno comendo cu