İki sene evvel bu zamanlar. Selda Tokat arıyor, “İrem hafta sonu programı yaptık senin de gelmeni çok istiyorum” diyor. Ben de çok istiyorum elbette. Ancak evdeki durum zorlu hayat mücadelesinde bizi en dibe çekmiş vaziyette. Tahmin etsek bile konduramıyoruz babamın bizi terk edip huzurlu uykusuna geçeceğini. Nitekim Selda üzgün ben üzgün, gelemeyeceğimi belirtiyorum.
Bu sene, bundan birkaç hafta önce önce Selda aklıma geliyor, akabinde beni yine arıyor. O “İreeem” diyor, ben ise hemen “Geliyorum tabi ki” diyorum. Aynı hafta sonu çok samimi arkadaşımın nişanı var ancak benim Pamukkale bağlarına gitmem, 2 sene evveli düşünmem, oranın büyülü ortamından enerji almam gerekiyor. Kendimi tanıyorum her şeyden evvel. Yarım bıraktığım bir iş gibi görüyorum.
Selda kim mi? Pamukkale Şaraplarının gülen, enerjik yüzü. Tokat ailesinin bir ferdi, işlerin hızlı kovalayıcısı, gönlünü şaraba, sektöre ve keyfe adamış bir kadın.
Babası, amcası, kuzenleri hepsi bu işte aktif olarak çalışıyor. Kimi bağlardan, kimi üretimden, kimi satış pazarlamadan sorumlu. Güzel bir iş bölümü ile canla başla çalışan, memleketlerine katma değer katan bir aile. Samimiyetten ise daha sonra bahsedeceğim.
Yolculuk başlangıcı
Sabah 6 uçağı için 2 saatlik uyku ile havaalanındayım. Herkesten önce gelmiş, 10 saatlik uçuşlardan sonra oh oh kısacık, 1 saatte gideceğim diye kendimi sevindiriyorum. Yavaş yavaş grup toplanıyor, içlerinde tanıdıklarım, ismen tanıdıklarım ve yeni başlayacak dostluklar var. 1 saat bile sürmeyen uçuş ile Denizli Çardak Havalimanına yumuşak bir tüy misali konuyoruz. 2 gün boyunca bizi gezdirecek olan aracımıza geçtiğimizde daha saat 07.30 bile değil. O da ne buz gibi köpüklü şarap ikramı var. 8 bin metrede kuruyan boğazımıza şifa gibi geliyor. En bayıldığım şey ayrıca, sabah sabah böyle bir sürpriz. Keyifli geçeceği çok net artık! İyi ki gelmişim diyorum daha ilk dakikalarda.
Konaklayacağımız otel Pamukkale merkeze yakın mesafedeki Richmond Otel. Oldukça konforlu. Bir daha gitsem kendi tercihim de o yönde olur. Açık havuzu, termal havuzu ve pek çok dinlenme alanı ile ihtiyaçları karşılayan bir yer.
Kahvaltı sonrasında biraz dinlenme sonrasında güne başlamamız gerekiyor. Çardan Havalimanı Denizli merkez arası mesafe var. Daha sonra bizim yola çıktığımız alanlar arasında da mesafe var ancak hem farklı bir doğada olmak, camdan Ağustos sıcağına rağmen dışarıyı izlemek, arada sohbet, arada tilki bayılması, arada telefon karıştırma derken anlamıyoruz mesafeleri.
İlk durağımız Güney ilçesine gelmeden evvel Selda’nın da burayı çok seviyorum, size göstermeden geçemezdim dediği Güney Şelalesi. Güney ilçesi sınırları içinde Menderes nehrine nazır bir konumda. Şelalenin oluşturduğu yosunlar sebebi ile zümrüt yeşili görünümünde. Görüntü of ki ne of! Bolca fotoğraf çektikten sonra bir çay molası, Zafer gazozu tadımı ve çay yanında gelen, pide, tereyağ, tulum peyniri ve o enfes köz biber ile ara öğünümüzü de mutlu mesut tamamlıyoruz. Özlemle anacağım lezzetler olarak hafızama yerleşiyor o biber.
Güney ilçesi
10 dakika daha gittikten sonra bana Bulgaristan’ın Velika Tırnova kasabasını anımsatan, klasik Anadolu kasabalarından farklı bir havası olduğunu düşündüğüm Güney ilçesine geliyoruz. Daha sonra öğreniyorum ki hoş var mıdır bir katkısı bilemiyorum. Bulgaristan Türkleri 1950’lerde Güney’e yerleşmiş ve Bulgaristan’da öğrendikleri, yaptıkları şarapçılığı Güney’e de taşımışlar. Tokat ailesi Güneyli. Güney aslında Denizli’nin kuzeyinde. Tatlı bir paradoks:)
Fabrika gezisi evvelinde Selda’nın babası ile tanışıyoruz. Amcası bize şarapçılığa nasıl başladıklarını anlatıyor, şato düzeninde yaptıkları şarapçılığı, kuzeni üretim detaylarını paylaşıyor ve fabrikayı gezdiriyor, diğer kuzeni de bize bağlar ile ilgili detay veriyor. Ben kapılarına bayılıyorum bu arada. Büyük ahşam, işlemeli kapılar. Kameranın kadrajına sığmayan büyüklükte. Mahsene indiğimizde ise o bayıldığım Sava‘ları, Nodus‘ları, Anfora’ları tadıyoruz. Sava’yı daha evvelden çok kez içmiştim, Nodus ilk defa. Ben de çok kişi gibi hımmmm, ımmmm, miiis, nefisss gibi sesler çıkartıyorum.
Bilir misiniz bilmem ama Türk şarapçılığı oldukça iyi düzeyde. Hem üretim ve özen hem de coğrafyamızın bize armağanı olan müthiş iklim koşullarımız ile her sene bol ödül alan şaraplarımız var. Gurur verici elbette. Avrupa’daki gibi sofralarımızda daha sık görme umudunu taşıyorum ben de pek çok kişi gibi.
Şimdi istikamet bağlar…
Samimiyet demiştim, tüm aile bireylerinde bu samimiyeti 2 gün boyunca hissediyoruz. Çok hoş tabi, herkesin ayrı bir sorumluluğu var ve var gücüyle herkes en iyisini yapmak için uğraşıyor. Özeniyorum da. Bizim böyle yapabileceğimiz bir iş var mı diye düşünüyorum, ya da kaç işletme var böyle Türkiye’de? Bildiğiniz varsa yorumlarda buluşalım.
Pamukkale bağlarına geldiğimizde, üzümler toplanmak üzere olgun ve dolgun halde koruklarda bekliyor. 1962’den bu yana deniz seviyesinden 850 m yükseklikte bulunan bu bol rüzgarlı bağı görünce anlıyoruz bu işin meşakkatli tarafını ve neticede soframız gelen şarabın kıymetini. Bağları gezip, bol atlamalı, koşmalı, artistik pozları çektikten sonra, o bağların bize hediyesi şarapları içip nefis yemekler ile bol esintili bir Güney akşamını bol anı ile bitiriyoruz.
İyi ki gelmişim diyorum, iyi ki bahane bulmamışım, iyi ki buradaki insanları tanımışım ve iyi ki Selda beni unutmayıp, iki senedir aklında tutup ısrar ile çağırmış! En keyif aldığım gezilerden biri oluyor böylelikle.
Sadece bağlar da değil, Denizli ve çevresinin hakikaten değişik bir havası var. Beklentimin çok üzerinde, yeniden giderdim dedirten bir gezi oluyor. Ve sonra Pamukkale, Hierapolis, Laodikya antik kentleri. Pazar günümüze sığacak, başka yazılarla burada yerlerini alacak…
Ne güzeldir bir arada olmak, Anadolu’nun verimli Bağlarında omcalara dokunmak, Pamukkale Şarapları’nın ev sahipliği, lezzet, eğlence. 🙂 Keyifle okuduk, hafta sonunu tekrar yaşadık.
Benim de son zamanlarda gerçekleştirdiğim en keyifli gezi, en kusursuz organizasyondu… Sevgiyle…
Nefis bir yazı olmuş. Ellerine sağlık.
Teşekkür ederim:) Beğenmeniz beni mutlu ediyor:)
Gezmiş kadar oldum tekrardan oraları, yaşasın blog okuyarak ruhu seyahate çıkarmak! 🙂
Çok teşekkürler, eskiden inanın ben de çok daha özen gösteriyordum ancak geziler azaldı, diğer sosyal medya mecraaları, elimizde telefonlarla zamanımızı çaldı.
Yeniden üzerine düşmem gerek. Çok teşekkür ederim yorumunuz için.