Yine aylaaaar öncesinden alınan bir bilet ile o gün kim öle kim kala derken havalanına gelmişiz bile. Bavul teslim edilmiş, hatta son çağrı bile yapılmış. Ne kadar çok geziyorsun diyenlere, ekonomik uçak bileti, uygun oteller ve dengeli harcama ile sen de gezebilirsin yanıtını verebilirim.
[youtube]http://youtu.be/5vJUyzWQJ00[/youtube]
Hava yağmur, fırtına. Ablamın sabah benimle hafiften dalga geçen gülümsemesi aklımda. Camdan bakınca İstanbul’daki bu fırtına, benim uçak korkum vs…
Az buçuk biliyorum Paris’i. Yine Republique tarafında otelimiz. Zaten zor bir şehir değil, hem müthiş de güzel bir metro ağı var, gezeceğimiz mıntıka da belli. Müze planda yok. Geçtiğimiz seyahatlerimde çentik atmıştım müzelere. Özel bir sergi de yok. O zaman şehrin tadı, Noel Pazarı, ışıl ışıl caddeler, mağazalar gezilecek ve yenilecek, içilecek.
Benim tek derdim, soğuk hava, üşüyecek olmam ve az ya da hiç güneş…
Uçakta yan koltuktaki çifte bakıyorum. Kadın adamın kolunu tutmuş, adam da kadının eline dokunuyor masumca ve sevgi dolu. Aklıma getirmeye çalışıyorum benim hiç sevgilimle uçuşum oldu mu? Güvendiğim adam beni hafif dokunuşları ile rahatlattı mı? Galiba hafıza bu konuda temiz, data mevcut değil.
Neyse duygusal kısmı geçelim gelelim yılbaşı evvelinde Paris’e…
Soğuk, soğuk ve yine soğuk. Şansımıza bulunduğumuz 4 gün boyunca hiç yağmamış olsa da güneş hep yüzümüzü güldürmüş olsa da bu gezimi eldiven, bere, yün fanila kurtarıyor.
Vardığımız saate gün kararmış, yapılabilecek tek şeyi Concorde meydanı ve Champ Elysees civarında dolaşmak oluyor. Almanya ve Strasbourg’daki noel pazarlarını gördükten sonra beni Paris kesmiyor. Neden derseniz, daha plastik, daha suni ve fazla turistik, gelenekselden uzak göründü gözüme. Çok da mühim değil tabi. Bolca yürüdükten sonra ne yesek derken belki de şehrin en hip mekanında tamamen tesadüfi olarak buluyoruz kendimizi. Miss Kö. Bir Japon restoranı, sushi bar diyebiliriz. Ancak atmosfer, müzik, kapıda karşılayan son derece hoş insanlar bizi etkiliyor. Yemek ve rakam dengesi de yaşattığı duyguya göre çok abartılı değil.
İkinci günümüzde yine sokaklardayız, Saint German tarafı daha önceden de sevdiğim yerler. Günde ortalama herhalde en az 10- 12 km yürüyoruz. Şehir gezilerinin tadı da böyle çıkıyor. Bir tek kış olmasa, benim derdim kış ile.
Rivoli caddesi, Louvre bahçesi, Jardin des Tuileries, Sacre Ceur, Montmarte, Moulin Rouge, Notre Dame yeni günün keşifleri. Sephora alışverişi ve macaron ise bu seyahatin şımarıklığıydı.
Bu seyahatimde en çok kullandığım aplikasyon FourSquare oluyor. Nedense daha evvel daha çok araştırıp gittiğimden belki de, nokta atışları ile ilerlemiştim. Ancak bu sefer foursquare önerile çok işe yarıyor. Bulduğumuz kokteyl bar da olduğu gibi. İsmi Prescription Coctail Club. Minicik, kadehleri, bardakları ve loş ışığı, konuşkan barmeni ile yine iyi bir seçim oluyor.
Ve yılbaşı günü, hiçbir planımız yok, hiçbir fikrimiz yok. Bana kalsa sokaktaki coşkuyu biraz görüp sonra odama yatmaya gidebilirim. Çok da mühim değil. Annemden uyarı geliyor, çok tehlikeli oluyormuş sokaklar, aman dikkat, çıkma sen en iyisi gibi. Keza diğer Paris bilgisine sahip arkadaşlarım da aman sokakta olmayın diyorlar. Ancak ömrümde kaç kere Paris’te yılbaşı geçireceğim ki? İlk ve tek büyük ihtimalle. Parisli yok tabi, tüm turistler burada sanki ve şehirde yaşayan diğer milletler, özellikle kalabalık olarak Paki ve Hintli gruplara denk geldik. Bir de aklımda hep, yeni yıla girildiğinde insanlar tanıdık tanımadık yanındakini öpüyorlarmış diye. Aman diyorum ben biraz uzak durayım.
Tek hatamız Champ Elysees yerine Eiffel civarına gitmek oluyor. Gece 12.00 olduğunda anlıyoruz bunu. Çünkü Eiffel’de hiçbir atraksiyon olmuyor. Arc De Triomphe civarında ise gobolar, havai fişekler hem göğü aydınlatıyor hem de sesleri bulunduğumuz noktaya kadar geliyor. E yürüyelim o zaman o tarafa doğru, insan, araç trafiğini anlatamam. Milyonlarda insan sokaklarda. Hele ki Champ Ellysee binlerce polis her yerde. Annemin dediği kadar var. Hatıra fotoğrafım annem için.
Ayaklarımızın iflas etmek üzere, ancak metroya binilmiyor kalabalıktan, taksiler dolu. Trafik çok. Mecburuz yürümeye. Sanırım bir 7 km kadar yürüdükten sonra şansımıza bir boş taksiye denk geliyoruz ve otelimize varıyoruz. Saat herhalde sabaha karşı 3-4 civarı. Yeter bana.
Artık dönüş yolculuğuna geçebiliriz. Ancak bir durağımız daha var. Önce bla bla car aracılığı ile Amsterdam ve orada geçireceğimiz 2 gün sonunda İstanbul…
Benim Paris’im böyleydi. Paris ile ilgili eminim benden çok daha fazla duygu ve fikre sahip insanlar vardır, hatta çok da yakınımda olabilirler.
Şairin notu: Eğer 10’lu metro bileti alacaksanız ki herkes bunu öneriyor, 2 kişi iseniz paylaşın. Biz 4 günde toplam 3 adet harcadık. Geriye kalan 7 adedi yakın zamanda Paris’e gidecek olan bir arkadaşıma verdim dönüşte. 10’lu bilet 13,30 Euro. 1 bilet tam formülünü çözemesem de birkaç hat içinde ve saat dilimi dahilinde geçerli oluyor. E bir de bolca yürüyüş hesaba katılırsa, yazık paranıza.